109. Yılında Ermeni Soykırımı
Bu “Müesses Nizam”a uymayan, eleştirisel yaklaşan herkes, her örgüt düşmandır. “Terörist”tir. Örneğin 1996 yılında kurulduğu ilk günden itibaren bütün dikkatleri üzerine çeken Agos Gazetesi Ermeni sorunu, yüzleşme toplumsal sorunların ele alındığı bir gazete olmuştur. “Müesses Nizam”ı sorgulamıştır. Bu nedenle hedef olmuştur.
6 Mayıs 2024
Yeni bir 24 Nisan’ı karşılıyoruz. 24 Nisan tarihi Ermeni Soykırımı yıldönümüdür.
Ermenistan ve dünyaya dağılmış bulunan milyonlarca Ermeniler için 24 Nisan, hiçbir zaman unutulmayacaktır. 24 Nisan tarihi Ermeni ulusu için 1.5 milyon Ermeni’nin ölümüyle sonuçlanan soykırım anma etkinlikleri dünyanın dört bir yanında yapıldığı acı günlerdendir.
Bütün dünyada bu vesileyle soykırım mağdurları anılırken Türkiye’de ise soykırım anmaları engellenmektedir. 2005 yılından bu yana “soykırımı tanı, af dile, tazmin et” şiarı ile gerçekleştirilen anma etkinlikleri 2010-2019 yılları arasında yapıldı. 2019 yılından sonra ise engellendi ve ile yasak getirildi. Türkiye devleti için halen tabu olarak görülen “Ermeni sorunu” kanayan yara olarak güncelliğini korumaktadır.
Bu yıl gerçekleştirilen anmalar, Türkiye’nin içinde bulunduğu olağanüstü koşullarda, ekonomik çöküntü, siyasi kriz, devlet partilerinin kendi aralarında iktidar çelişkilerinin, komşu ülkelere işgal ve tehdit saldırıları, Artsakh’ın işgal edildiği, Ermenistan’ın ise işgal ve tehdit altında olduğu koşullar içinde yapılmaktadır.
31 Mart yerel seçimlerinin yenilgisinin şokunu henüz atlatamayan iktidar, yenilginin faturasını her zamanki gibi bölge halklarına çıkarmak istemekte, yeni işgal saldırılarına hazırlanmaktadır. “Terörle Mücadele” gerekçe gösterilerek yeni bir savaş ve işgale hazırlanmak bugün uygulanan Türk devlet politikasıdır.
AKP-MHP iktidarı zor bir süreçten geçmektedir. Faşizm açısından süreci daha da güçleştiren, elbette Kürt ve Ermeni ulusal mücadeleleridir. Demokrasi, insan hakları, barış, adalet ve hukuk, halkların birlikte yaşam iradesi, eşit yurttaşlık temelinde ele alınacak ve çözüme kavuşturulacak bu ulusal sorunlar, tarihten günümüze devam eden problemler olarak, “Müesses Nizam”ın hiçbir zaman kabul etmeye rıza göstermediği, bazen göstermelik ve aldatıcı çözüm arayışları ile engellenmektedir. Hiçbir zaman da çözüme kavuşmayacaktır. “Müesses Nizam”ın hiçbir zaman da kabul etmeyeceği ezen ulus imtiyazlarından vazgeçmektir.
Ezen ulus imtiyazlarından vazgeçmek, ezilen ulusların haklarını kabul etmek demektir. TC devletinin varlığı başta Ermeni ve Kürtler olmak üzere Türk ulusu dışındaki bütün ulus ve milliyetler üzerinde hakimiyet kurmak olarak şekillenmiştir. Dün bu düşüncenin ideologları olan Ziya Gökalplar, Yusuf Akçuralardı… Pan-Türkizm-İslamizm ile yeni cumhuriyetin temellerini atılırken bu geleneği Esat Uras’tan, Kamuran Gürün, Yusuf Halaçoğulları gibi ırkçı Türk milliyetçileri ile sürdürmüşler. Günümüzde ise Doğu Perinçek, Ümit Özdağ gibi ırkçı faşistler tarafından devam ettirmişlerdir.
Soykırım ile suçlanan elini kana bulamış diktatörlükler iktidarlarının sürmesi için sadece şiddete başvurmazlar. Aynı zamanda işçi sınıfı ve halk için kulağa hoş gelen “demokrasi, insan kakları, eşitlik, özgürlük” gibi kavramları kullanmadan edemezler. Bu faşist diktatörlüklerin temsilcileri tarihte en kanlı, en barbar, en faşist kişiler olarak anılmışlardır. Hitler, 1933 yılında iktidara gelirken, “…Marksizm sosyalizm değildir. Marksistler terimi çalmışlar ve anlamını bozmuşlardır. Sosyalizmi onların elinden alacağım” (!) diyordu. Partisinin ismini de “Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi” koyarak Alman işçi sınıfını ve halkını aldatmasını bildi.
Keza İttihat ve Terakki Partisi de Abdülhamit baskı rejimine karşı, “demokratik bir anayasa” ile Fransız Devrimi’nin şiarı olan “eşitlik, özgürlük ve kardeşlik” sloganları ile yola çıktı. İktidar olduktan sonra ise Ermeni soykırımı ile ellerini kana bulaştırdılar.
Aynı şekilde R.T.Erdoğan rejimi de muhalefette ve iktidarının henüz güçlü olmadığı dönemlerde “demokratik anayasa, askeri vesayete karşı olduğunu, işkencecilerin yargılanma sözü, adalet ve özgürlük”ten bahsetti. Bu yalanlarına bir kısım liberal ve demokrat kesimleri inandırdı.
22 yıldır ülkeyi yöneten R.T.Erdoğan; ülkede yargı, güvenlik ve bürokraside hakimiyetini sağlayınca, parlamenter maskeli faşizm yerine, “Türk usulü başkanlık rejimi” denilen ve gerçekte tıpkı Mustafa Kemal’in bir döneminde olduğu gibi görünüşte çok partili ve parlamentonun açık olduğu, gerçekte ise AKP-MHP’nin iktidarda olduğu, parlamentonun açık olmakla birlikte işlevsizleştirildiği, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı altında faşist diktatörlüğü güncelledi.
Eli kanlı sultan: Abdülhamit
1915 yılı Ermeni Soykırımı’na gelene kadar, Abdülhamit dönemi Ermeni halkı için hiç de iyi geçmemiştir. Abdülhamit dönemi Anadolu’da birlikte yaşayan çeşitli ulus ve milliyetlerden halkın kırım, katliam baskı ile Müslüman olmaya zorlandıkları en barbar dönemlerden biri olmuştur. Ermeni, Süryani, Keldani, Yahudi ve Rum halklar, Osmanlı hanedanlığı altında bilinçli, planlı pogromlar ile binlerce senelerdir yaşadıkları topraklardan adım adım yok edilerek ortadan kaldırıldılar.
Anadolu’nun Müslümanlaştırılması (ve Türkleştirilmesi) Abdülhamit ile İttihat ve Terakki dönemlerinde yoğun olarak yaşanırken cumhuriyet döneminde devam etmiştir. Bugün artık geçmişte büyük nüfus kitlesine sahip olan Hıristiyan halklardan bir eser kalmamıştır. Kalanlar çok küçük bir azınlık olarak dış dünyaya “zenginlik” göstergesi olarak tanıtılmaktadır. Gerçekte her fırsatta “kılıç artığı” oldukları hatırlatılmaktadır.
Abdülhamit döneminde başlayan esas olarak Sünni inancından olan bütün Müslümanların birliğini sağlamaya çalışan, İslam Birliği ideolojisi olmuştur.
Müslüman olmayan halklara olan tahammülsüzlük, birlikte yaşam güvencesini ortadan kaldırmış, gün geçtikçe güvenlik sorunu halini almıştır. 1877-88 Osmanlı-Rus savaşı neticesinde alınan yenilgiler, Abdülhamit rejiminin, Hıristiyan halklara karşı baskıların dozunu artırmıştır. Yenilgiler üzerine yapılan anlaşmalarda Ermeniler ile Hıristiyan halkların güvence altına alınması güvencesi verilmiş; bunun için Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı vb. ilan edilmiş, Kanun-i Esasi (Anayasa) hazırlanmıştır.
Atılan bütün bu adımlar, Abdülhamit rejimine Müslüman burjuvazisi ve büyük toprak ağaları arasında tepkilerin her geçen gün büyümesine neden olmuştur. Basında “gavura gavur diyemeyecek miyiz?”, “bağımsızlık gavura gavur diyebilmektir” şeklinde başlıklar atılmaya başlanmıştır.
Kaybedilen savaşlardan sonra bir devlet politikası olarak Balkanlar’dan, Kafkaslar’dan Anadolu’ya gelip yerleştiren Müslüman halkın içinde yine bir devlet politikası olarak ileri gelenler, eşraf vb.nin Hristiyan halkın zenginliklerine, servet ve topraklarına el koyması teşvik edildi. Böylelikle Anadolu’nun İslamlaşması adına Müslümanlar içinden Hristiyan halkın topraklarına el koyan toprak ağalar, zenginliklerini gasp eden eşraf vb. palazlandırıldı.
Bu gasp ve çökme politikasına, Müslüman halkın ortak edilmesi için din ve dini söylem başarıyla kullanıldı. Abdülhamit döneminde Hıristiyan halkın zenginliklere el koyma, haraca bağlama ile şiddet olayları yoğun şekilde yaşandı. Abdülhamit bütün Müslüman toplulukları “Müslüman-Sünni-Hanefi mezhebi” etrafında topladı. Kürt Müslüman unsurların mezheplerini (Şafi) dikkate alarak 60 alaydan oluşan Hamidiye Alayları’nı kurdu. Hamidiye Alayları sadece Sünni Kürtlerden oluşuyordu. (Hamidiye Alaylarında Sünni Kürtler ağırlıkta olsa da Arap, Türkmen ve Karapapak aşiretlerine de yer verildi.)
Abdülhamit iktidarı, 1880-79’lerde patlak veren Kürt isyanlarına karşı, Hınçak ve Taşnak gibi Ermeni örgütlerin bağımsızlık hareketlerinden etkilenmemeleri ve ayrı bir devlet kurmamalarını engellemek için Hamidiye Alayları’nı silahlandırdı.
Böylelikle olası bir Kürt ayrılmasını-bağımsızlığını da engellemiş oldu. Hamidiye Alayları’na hiçbir zaman Kürt Aleviler alınmadı. İmparatorluğu ayakta tutabilmek için Müslüman-Sünni mezhebi etrafında birlik oluşturuldu.
1895-96 Ermeni katliamlarında yerel Kürt idarecileri, aşiretler, esnaf ve din adamlarının da rolü olmuştur. Kürtler içinde bu kesim Abdülhamit rejimiyle esas olarak kendi çıkarları için “Kürdistan’ın, Ermenistan olacağı” propagandasıyla, İslamcılık temelinde uzlaşmışlar ve Ermeni reformlarının da kendi güçlerini-çıkarlarını kısıtlayacağından hareket etmişlerdir. Katliamlar birçok şehirde Cuma namazı sonrası gerçekleşirken, camilerde din adamları “Ermenilerin kanı heder, ırz ve malları mubahtır” şeklinde fetvalar vermişlerdir.
Osmanlı’nın Hıristiyan halklardan temizlenmesi için Abdülhamit, bütün yol ve yöntemleri kullanmış bu yüzden Avrupa devletleri ona “Kanlı Sultan”, “Büyük Katil” adını takmışlardır. Abdülhamit yönetiminde yaşanan 30 yıllık süre içerisinde 300.000 Ermeni’nin katledildiği bilinmektedir.
Jön Türkler, 1908 Anayasası ile Ermeniler!
1876-1908 yılları arasında, Abdülhamit diktatörlüğünün devrilmesine kadar geçen otuz üç yıl içerisinde tam bir istibdat rejimi yaşanmıştır. Osmanlı-Rus savaşında yenilgiyi bahane eden Abdülhamit, Meclisi feshetmiş ülkeyi 30 yıldır en koyu en barbar hanedanlık ile yönetmiştir.
Bu rejimde başta Hıristiyan halklar olmak üzere, Türk ve Müslüman halkta zulüm görmüştür. Ancak esas olarak söylemde İslamlaştırma gerçekte ise zenginliklere el koyma adı altında Hristiyan halk katledilmiştir. 1908 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nu yöneten Sultan Abdülhamit rejimi devrilmiş yerine İttihat ve Terakki Partisi’nin (Birlik ve İlerleme) hakim olduğu başka bir rejim başlamıştır.
Abdülhamit’in istibdat rejiminden kurtulmak isteyen muhalif güçler, İttihat ve Terakki, Ermeniler, Avrupa’ya kaçan Prens Sabahattin’ler, 1907 yılında Paris’te bir araya geldiler. Jön-Türkler, Taşnak Partisi, Prens Sabahattin’ler Abdülhamit’in devrilmesi, kötü gidişatın değiştirilmesi için bazı kararlar aldılar. Ermeniler ile Jön-Türkler ittifakında, sultanın tahttan indirilmesi, radikal değişiklikler yapılması, parlamenter rejime geçilmesi, Meclis açılması vb. kararları alındı.
Ermenileri temsilen katılan Ermeni Devrimci Federasyonu (EDF-Taşnak Partisi) Paris’te gerçekleşen iş birliği ve dostluk anlaşmasında hazır bulunmuştur. Ermenilerin talepleri arasında Kürtler tarafından el konulan araziler, haraçlar, baskılar ve talanlar yer alıyordu. Kökten reformlar talep ediliyordu.
1908 yılında Jön-Türkler bir ültimatom ile Sultan’dan Anayasa’yı ilan etmesi için nota verildi. Sultan bu ültimatomu kabul edip II. Meşrutiyet’i ilan etmek zorunda kaldı. Fransız Devrimi’nin etkisinde kalan ve esas olarak Albdülhamit rejimine muhalefet eden Türk komprador bürokrat burjuvaları ve büyük toprak ağalarının bir kısmının sözcülüğünü yapan Jön-Türkler Balkanlar ve Anadolu’da propagandalarında “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganları ile demokrasi nutukları attılar.
30 yıllık istibdat yönetiminden sonra II. Meşrutiyet’in ilanını başta Ermeniler, Rumlar olmak üzere Türkler ve diğer halklar sevinçle karşıladılar. Bu karara en çok sevinenler ise Ermeniler oldu. Paris Kongresi’ne katılan Ermeniler, Jön Türklerin “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” adalet sloganı altında saklandıkları gizli amacı göremediler. Tarihi bir yanılgı içerisine düştüler. Taşnaklar yayınladıkları bildiride şöyle diyorlardı; “Dünün halkların hapishanesi bugünün özgür bir ülkesine dönüştü.” Hınçak Partisi de aynı telden çalıyordu. Devrimci Hınçak Partisi adını, Sosyal Demokrat Hınçak Partisi’ne dönüştürdü. Yayınladığı bildiride artık yasal bir partiye döndüğünü ve anayasal rejimden yana olduğunu ilan etti ve parlamenter sisteme dahil oldu. Daha ileri giderek biz Türk’ler ile Ermeniler dışarıdan gelen bütün saldırılara karşı omuz omuza direneceğiz. Anayasa’yı demokratikleştirmek için el ele vereceğiz.” 1908-1911 yılları böylelikle herkesin umutlandığı yıllar oldu.
Jön-Türkler güçlerinin yetersizliği, devlet yönetme tecrübelerinin olmaması, ağır ekonomik sorunlar, yabancı ülkelerin reform zorlamaları karşısında tek başına ülkeyi idare edemeyeceklerinin farkında idiler. İlk önceleri muhalefetin gücünden faydalanmak için “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganları altında amaçlarını gizlediler. Abdülhamid’in devrilmesinde önemli rol oynayan bu gerçekliği göremediler.
Selanik’ten gelen Hareket Ordusu, İstanbul’u işgal ederek 1909’da Sultan’ı tahttan indirdi. Ancak Jön-Türklerin kulağa hoş gelen sloganlarının gerçek olmadığı açığa çıktı. İktidarı ele geçiren İttihatçılar, bütün Ermeni devrimci hareketinin, yönetici ve kadrolarının yasal alana çıkmasını ileride indirilecek nihai darbe için bir fırsat olarak değerlendirdiler.
Abdülhamit’in devrilmesinde rol oynayan Hareket Ordusu içerisinde daha sonradan Osmanlı iktidarında rol oynayan ve Ermeni Soykırımı’nı gerçekleştiren Talat-Enver Paşalar vardı. Öte yandan aynı ordu içinde Mustafa Kemal, Kazım Karabekir, İsmet İnönü, Ali Fethi (Okyar), Rauf (Orbay) gibi geleceğin Türkiye’sinin kuruluşunda önemli rol oynayan, Selanik Grubu olarak tanımlanan kişilerde vardı.
Antranik Ozanyan’ın Öngörüleri ve Adana Katliamı!
İktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki Partisi, bütün kilit noktalara kendi adamlarını yerleştirdi. Meclis her ulustan temsilciler Türk, Arap, Arnavut, Rum, Ermeni, Slav ve Yahudilerden oluşuyordu. Meclis’te 160 kişi ile İttihat ve Terakki Partisi’nin hakimiyeti vardı. Ermeniler 14 milletvekili ile temsil edilme hakkına sahip oldu. Bir ara kontrolü kaybeden İttihat ve Terakki yöneticilerine karşı sokaklarda cadı avı başlatıldı. Birçok kişi bu arada öldürüldü.
Abdülhamit yanlılarının saldırılarında İttihatçıların yardımına Ermeniler yetişti. Talat Paşa bir Ermeni derneğine sığınarak kurtuldu. Dr.Nazım, bir Ermeni devrimcisinin evine sığındı. Halil (Menteş) İstanbul Milletvekili Kirkor Zohrab’ın evinde saklandı.
Ermeni partileriyle İttihat ve Terakki Partisi arasında işbirliği gelişti. Ermeni halkının ulusal kahramanı ve liderlerinden olan Antranik Ozanyan, İttihat ve Terakki Partisi’nin tüm planlarını öngörüsü, zekası, politik kavrayışı ve uzak görüşlülüğü sayesinde fark etti. A.Ozanyan, Ermeni halkının başına gelecek felaketleri önceden görerek EDF-Taşnak yöneticilerine uyarılarda bulundu.
A.Ozanyan, meşrutiyetin ilan edildiği yıllarda Bulgaristan-Varna’da bulunuyordu. Taşnak yöneticileri ona “İstanbul’a gelmesi, Muş’ta 50 lira maaşla mebus olmasını” teklif ettiler. Talat ile Enver’in “özgürlük devrimi”nin halkın yararına olduğunu savunuyorlardı. A.Ozanyan onlara cevaben “Ben sultan Enver ve de Talat’ın elini sıkıp kardeş olamam. Bu yeni kardeşlerinize dikkat edin, onlar halkımızın ve sizin başınıza felaketler getirecektir” diyerek önerilerini geri çevirdi. Bunlar yetmiyormuş gibi Taşnak yöneticileri, Abdülhamit’ten kaçan, dünyaya dağılmış Ermenilere “vatana dönüş” çağrısında bulundular.
Anayasa’nın ilan edildiği ilk günlerde Haçadur Malumyan, Rupen Zartaryan ve Vahakn bu haberi Antranik Ozanyan’a iletmek için Bulgaristan’a gittiler. İkna edemediler. Antranik onlara Jön Türklerin güzel sloganlarının bir tuzak olduğunu anlattı. İstanbul’a gitmemeleri için yalvardı. Fakat onu dinlemeyip gittiler. Bilindiği gibi Rupen ve Vahakn sonradan Kilikya’da asılarak katledildiler. Benzer bir şekilde Ermeni şair Siamanto (Adam Yarcanyan) 1914’te İstanbul’a döndü.
Katledileceğini fark etmesine rağmen ayrılmadı. 1915 Ağustos’unda Anadolu’nun ücra bir köşesinde katledildi. Aynı şekilde rahip Kirkor Balakyan da İttihatçılara güvendi. Birkaç samimi arkadaşı ülkeye dönüşün tehlikeli olacağını dile getirdi. Ama o dinlemedi. Tehcir edilen 250 kişi arasında Suriye çöllerine, ölüm yolculuğuna gönderildi.
1. Meşrutiyet’in ilanı ile “hak ve özgürlükler”, “reformlar” vaadinde bulunan İttihat ve Terakki yöneticileri diğer tarafta Kilikya-Adana’da Ermeni katliamı hazırlığı içerisinde idi. Zengin bir bölge olan Çukurova-Adana’da yaşayan Yahudiler, Rumlar ve Türkler arasında en zenginleri ile ticarette söz sahibi olan Ermenilerdi. Şehrin önde gelen Türk eşrafı, toprak ağaları ve tüccarları hem meşrutiyetin ilan edilmesinden hem de ticaretin Ermenilerin elinde bulunmasından her zaman rahatsızdılar. Ermenilerin zenginliklerini yağmalamanın, servetlerine çökmenin, topraklarını gasp etmenin planlarını yaptılar. Bu amaçla Müslüman Türk eşrafı ve toprak ağalarının önderliğinde önceden planlanmış ve hazırlığı yapılmış Adana Katliamı gerçekleşti. Selanik’ten katliamı durdurmak için gönderilen gelen askeri güç katliamı engellemek yerine katliama katıldı. Ermeniler için kutsal bir gün olan Paskalya Yortusu’nda 12 Nisan 1909’da katliam düzenlendi. Önceden hapishaneden salıverilen 3000 tutuklu katliamda yer aldı.
Ermenilere göre Adana Katliamı, 1915’in bir provası idi. Antranik Ozanyan Adana Katliamı haberini alınca Haçadur Malumyan (Eduard Agnuni)’ye yazdığı mektupta “Eğer yoldaş Talatlar fırsatını bulsalar sizleri de kesecek, bunu çok iyi anlayın…” diye yazmaktadır.
Ermeni mebusların önerileri ile Meclis’te oluşturulan komisyonda, katliamın Adana Valisi Cavit Bey tarafından idare edildiği, 30.000 Ermeni’nin öldürüldüğü ortaya çıktı. Katliamın sorumlu olarak ise Ermeniler gösterildi! Adana Katliamı’ndan sonra Ermeniler ile İttihatçılar arasında ittifak sorunu gündeme geldi. Halk arasında yoğun olarak tartışılırken, EDF’nin Bulgaristan’da yaptığı V. Kongre’de İttihat ve Terakki Partisi ile “dayanışmanın devam ettirilmesi” kararı alındı. Ne var ki İttihat ve Terakki Partisi ile reformlar konusunda da alınan kararların sosyal hayatta hiçbir karşılığı olmadı. Aksine İttihat ve Terakki Partisi bu dayanışma sayesinde ülkenin dört bir yanına dal-budak yayıldı. EDF’in desteğine artık ihtiyacı kalmamıştı.
İttihat ve Terakki Partisi cephesinde artık köklü değişiklikler olmaya başladı. En önemlisi o güne kadar “tüm halklar Türkler ile eşittir” sözü değiştirilerek “başarıya ulaşmak için eşitlik söz konusu değildir” denilmeye başlandı.
24 Nisan ile Müesses Nizam Halleri!
24 Nisan 2024 Ermeni Soykırımı anmaları, Ermenilere ve devrimci demokratlara özel bir görev yüklemektedir. Soykırımlar ile Yüzleşme ve Tanıma’nın ne kadar önemli olduğunu, yeni yeni soykırımları önlemek için bunun tek geçerli yol olduğunu göstermektedir. Üstelik 21. yüzyılda, insanlığın yaşadığı bunca trajediye rağmen halen soykırımların devam etmesi, insanlığın utanç sayfaları olarak tarihe şimdiden geçmiş bulunmaktadır.
Daha yeni yaşanan Ermeni Artsakh soykırımı ile halen devam eden Filistin soykırımı, Kürt katliamları, bugün 30. yılını dolduran Ruanda soykırımları vb. ile yüzleşmek halen güncelliğini korumaktadır.
İnsanlığın vicdanı bugün 21. yüzyılda Filistin halkının yaşamak zorunda bırakıldığı zor sürece (Nakba) karşı çıkmasını emrediyor. Bu soykırımda payı olan Azerbaycan-Türkiye ve İsrail’i ise şiddetle protesto etmesini emrediyor. O zaman soykırımlara karşı gelmenin, 24 Nisan anmalarının gerçekten önemi ortaya çıkacaktır. 21. yüzyılda insanlık Artsakh’ta soykırıma şahit oldu. Bugün ise Filistin soykırımına şahit oluyor. Teknoloji çağında insanlara “naklen” soykırım tv’lerden izlettirdiler. Halen de izliyoruz. Birleşmiş Milletler’in hükmünün olmadığı, dahası bizzat BM gözleri önünde soykırımlar işlenirken, soykırım suçluları timsah gözyaşlarını akıtmadan da edemiyorlar.
Ermeni halkı üç bin yıldır yaşadığı topraklardan zorla yerinden edildi. Azerbaycan-Türkiye-İsrail şer ittifak saldırıları ile 19 Şubat 2023 tarihinden itibaren, ABD-AB yanlısı N.Paşinyan hükümetinin ihanet kararları ile Artsakh’ın boşaltılmasına karar verildi.
Halk bir kez daha belirsiz yolculuklara sürüklendi. Ermenistan’da hükümet görevine “Kadife Devrimi” ile gelen, ABD-AB politikalarına hizmet eden N.Paşinyan ve onun temsilcisi Samuel Şahramanyan, Artsakh’ı kanlı ellere teslim etme kararı aldılar. Bunlar yetmiyormuş gibi Ermeni halkının siyasi temsilcileri ve önderleri savunmasız bırakılarak, Azerbaycan’a teslim edildi. Haydut bir devlet olan Azerbaycan, Artsakh temsilcilerini tutukladı ve halen esir tutmaktadır.
Aynı şekilde insanlığın 21. yüzyılda yaşadığı utanç sayfalarına, bugün Filistin halkının yaşadığı soykırım (Nakba) trajedisi eklendi. Soykırımı her geçen gün artarak devam etmektedir. 1967 yılından bu yana akan kandan sorumlu olan, hiçbir zaman Filistin halkının özgürlüğünü kabul etmeyen, ABD-AB emperyalistlerinin de desteğini alarak, bugün Gazze’de soykırımın suçlusu İsrail devletidir. Suç ortakları ise İsrail’e destek veren Azerbaycan ile Türk devletidir. Artsakh’ın işgal edilmesinde, Azerbaycan’a askeri ve istihbarat desteği sağlayan Azerbaycan’a en büyük destek İsrail’den gelmişti.
Bugün ise İsrail’in petrol ihtiyacının % 70’ini Azerbaycan karşılamaktadır. Gazze katliamında ise su gibi kullanılan petrol Azerbaycan’dan gelmekte, Türkiye tarafından taşınmaktadır. “Müslüman din kardeşleri” yalanı ortaya çıkan, AKP-MHP iktidarının İsrail’in bütün lojistik ihtiyaçlarını karşıladığı bugün ortaya çıkmıştır.
Türkiye’de yapılan 31 Mart yerel seçimlerinden sonra, seçimleri kaybeden saray rejiminin seçim yenilgisinin etkisini gidermek için Irak’ın kuzeyine işgal saldırısı açıklamaları yapılmaktadır. Gün aşırı Kuzey Suriye topraklarına saldırılar düzenlenmektedir. Halen Rojava topraklarını işgal altında tutan, buralarda kendi yerel yönetimlerini inşa eden TC, yeni yeni soykırım ve işgal saldırılarının olacağının işaretini vermektedir.
Soykırım devleti olan TC’nin işgal, savaş ve tehdit saldırıları altında bölgedeki hiçbir halkın güvenliği bulunmamaktadır.
1915, Ermeni Soykırımı’dır!
İttihat ve Terakki Partisi ülke genelinde hakimiyetini sağlamlaştırdıktan sonra Ermeni Sorunu’nu kesin olarak “halletme”yi önüne koydu. I. Emperyalist Paylaşım Savaşının ilanından sonra genel seferberlik bahanesiyle tüm erkekler askere alındı. Burada esas amaç Ermeni erkeklerin öz savunma amacıyla harekete geçmelerini daha baştan önlemekti. Nitekim askerlere dağıtılan silahlar üç-dört ay sonra, bütün Ermeni askerleri silahsızlandırılarak toplandı.
İşçi olarak yol ve inşaat işlerine gönderildi. Osmanlı ordusu “cephe gerisini koruma” gerekçesiyle Ermeni nüfusunu ortadan kaldırmak amacıyla ülke genelinde 30.000 mahkum serbest bırakıldı. Hapishaneler boşaltıldı. Bahattin Şakir komutasında Teşkilat-ı Mahsus-a adı altında çetelerden oluşan birlikler oluşturuldu.
1912-13 Balkan Savaşlarında, Osmanlı, Avrupa topraklarının % 80’den fazlasını kaybetmiş, Balkanlar’da Müslüman halkların göç dalgası, Hıristiyan halklara olan düşmanlığı körüklemiş, Türk milliyetçiliğinin yükselmesine sebep olmuştu. Alman emperyalizminin işbirlikçisi, İttihat ve Terakki Partisi’nin başı Talat Paşa, Alman Büyükelçisi Hans Freiherr Von Wangenheim ile yaptığı konuşmalarda Ermeni Sorunu’nu, kesin olarak çözeceğini söyledi.
Ülke genelinde Ermeni halkına yönelik yağma, tecavüz, kitlesel tutuklamalar, hapis cezaları, pogromları başlatıldı. Ülke genelinde ve Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı vilayetlerde Garin (Erzurum), Van, Bağeş (Bitlis), Harput, Sepastia (Sivas), Dikranagerd (Diyarbakır)’da Tehcir Yasası çıkarılarak, Ermeni halkını Suriye çöllerine sürülmesi kararı alındı.
7’den 70’e bütün Ermenilerin zorla imhası için Tehcir Kararı’ndan sonra ülke genelinde başlayan ölüm yolculuklarına önce Ermeni toplumunun ileri gelenlerinden 250 kişinin tutuklanmaları ile başlandı. Kirkor Balakyan’lar, Taniel Varujanyan’lar, Kirkor Zohrabyan’lar vb. Ermeni halkının en değerli, entelektüel birikimini oluşturan altın eller, İstanbul’dan Çankırı’ya sürgün edildiler.
Gomidas Vartabed’in bulunduğu kafilede yer alan ve neler yaşandığının farkında olmayan Gomidas aklını bu yolculukta yitirmeye başladı. Ermenilerin tüm mal varlıkları taşınır ve taşınmazlar (para, altın, gayrı menkul) Enval-ı Metruke denilen komisyonlara devredildi. Toplanan zenginlikler, Cumhuriyet Türkiye’sinin yeni burjuvazisi için sermaye olarak kullanıldı. Soykırımı planlayan İsmail Talat ölüm yolculuklarını ve Ermeni katliamını adım adım izledi, sevk ve idare etti. Nerelerde neler yapılacağının emirlerini telgraflar ile yöneltti.
Bu telgraflardan birkaçı bile tehcir adı altında soykırımın son derece bilinçli ve planlı yapıldığını kanıtlamaktadır: “Şimdiye kadar kaç Ermeni’nin öldüğünü, kaçının sağ kaldığını bize derhal telgrafla bildiriniz” diye yazıyordu, Mehmet Talat. Yine “1 aylıktan, 90 yaşına kadar olanların yok edilmesi, fakat bunun şehrin içinde ve halkın gözü önünde yapılmamasına dikkat edilmelidir…” diye de ekliyordu.
1895-96 Ermeni katliamlarında çıkarılan derslerden sonra, Ermenilerin Müslüman olmalarına dahi izin verilmedi. Ermenilerin gönüllü olarak din değiştirmediklerini, ölümlerden kurtulmak için bunu yaptıkları, din değiştirmelere dahi izin verilmemesi gerektiği kararları alındı.
TC, Bir Soykırım Devletidir!
31 Mart yerel seçimlerinden sonra hezimeti yaşayan AKP-MHP cenahından dışında, TC Devleti’nin ve “Müesses Nizam”ın oluşturduğu tabela partilerinin toplamının oy oranı % 5’i geçmezken, toplumda hiç bir karşılığı olmazken, Türk milliyetçisi, ırkçı, şoven partiler bilinçli olarak öne çıkarılmaktadır. Faşizm ile yönetilen Türkiye’de, seçimlerinin bir aldatmaca olduğunu yeri ve zamanı geldiği vakit, burjuvazinin kendi çıkarmış olduğu kanunları rafa kaldırabileceğini yaşayarak gördük.
2015 milletvekili seçimlerinde tarihinde ilk defa % 13.6 oy oranı ile altı milyon seçmeni bulunan, TBMM’ye 80 milletvekili ile temsiliyet hakkı kazanan HDP’nin aynı zamanda Kürt illerinin hepsini yerel seçimlerde kazanmasından sonra Kürt halkının demokratik kazanımları tehdit olarak değerlendirildi.
“Müesses Nizam” S.Demirtaş, F.Yüksekdağ, S.Tuncel gibi halkın temsilcileri olan 10 milletvekili ile yüzlerce belediyelere kayyumlar atayarak yöneticiler tutuklandı. Kürtlerin varlığı ve mücadelesi faşizm açısından bir tehdit olarak kodlandı.
Bugün 31 Mart seçimlerinden sonra aynı şekilde Kürt illerinde belediyelerin kazanılması ile harekete geçen “Müesses Nizam”, Van Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum atama girişiminde bulundu. Ama halkın mücadelesi ile geri çekilmek zorunda kaldı. İleride uygun bir zamanda yeniden kayyum atanmayacağı anlamına da gelmez.
AKP’nin ve R.T.Erdoğan’ın iktidarda kalması için destek veren MHP, bu desteği kaşığında devlet aygıtını önemli oranda kontrol etmektedir. MHP, AKP ile kurduğu Cumhur İttifakı sayesinde “siyasi sorumluluk” almadan iktidara ortak olmuştur. Deyim yerindeyse “kendisi değilse bile fikirleri iktidardadır.” MHP bugün gerçek iktidardır! Seçim sonuçlarının hükümsüz olduğunu ima eden, TC’nin sandıkla kurulmadığını söyleyen faşist Devlet Bahçeli gerçeği ifade etmektedir. D.Bahceli, gerçek iktidarın “Müesses Nizam” tarafından dün Cumhuriyet’in kuruluşunda Ermeni soykırımı ile Ermeni zenginlikleri üzerinde inşa edilen devlet iktidarında olduğunu açıklamaktadır. D.Bahçeli “Türk tarihi sandıkta yazılmamıştır… Herkes aklını başına almalı… Rüzgar ektiği müddetçe fırtına biçeceğini unutmamalıdır…” tehdidi ile herkese duracağı yeri hatırlatmakta, “Müesses Nizam”ın iktidarının soykırım ve katliam gerçeğinin üzerinde yükseldiğini hatırlatmaktadır.
TC devleti, “terör olayları”nı gerekçe göstererek Rojava toprakları işgal edilmesi, Artsakh’ta altı aylık ablukadan sonra “modern tehcir” ile yurtlarından edilen Ermeni halkına olan tahammülsüzlük, yüz yıllardır sürdürülen düşmanlık, bütün partilerin oy birliği ile karar aldığı “sınır ötesi operasyonları” vb. “Müesses Nizam” uygulamalarıdır. 2016 yılında yaşanan darbe girişimini fırsata çevirip “Allah’ın lütfu” diyen Erdoğan’ın bütün “Müesses Nizam” partilerini Yenikapı’da toplayarak gövde gösterisi yapması nedensiz değildir. Yenikapı’da oluşturulan tablo, “Yenikapı ruhu”, “Müesses Nizam”dır ve bu Türkiye gerçekliğidir.
Bu “Müesses Nizam”a uymayan, eleştirisel yaklaşan herkes, her örgüt düşmandır. “Terörist”tir. Örneğin 1996 yılında kurulduğu ilk günden itibaren bütün dikkatleri üzerine çeken Agos Gazetesi Ermeni sorunu, yüzleşme toplumsal sorunların ele alındığı bir gazete olmuştur. “Müesses Nizam”ı sorgulamıştır. Bu nedenle hedef olmuştur. Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink hedef gösterilmiş, hakkında linç kampanyaları ile tehdit edilmiştir.
Ve en sonunda devlet organizasyonu ile katledilmiştir. Onu katleden katil, kısa bir süre hapishanede tutulduktan sonra serbest bırakılmıştır. Katil, katliamın bir devlet örgütlenmesi olduğunu şöyle itiraf ediyordu; “Sırtın sağlam, rahat ol… Başına bir iş gelmeyecek… Emniyet arkamızda… Devlet arkamızda, istediğinizi yapın…”
Ermeni halkına karşı işlenen her katliamın arkasında muhakkak “Müesses Nizam”ı görmekteyiz. Ve yine Batman Kozluk’ta zorunlu askerlik görevini yapmakta olan Sevag Şahin Balıkçı (1986-24 Nisan 2011) Ermeni halkı için çok anlamlı acı ve yas dolu bir günde 24 Nisan 2011 yılında, faşist Kıvanç Ağaoğlu tarafından Ermeni olduğu için katledildi. Sevag Şahin Balıkçı’nın süren mahkemesinde deliller karartıldı. Katiller çelişkili ifadeler ile suç örtbas edilmeye çalışıldı. Failler yine bildik çevrelerden geldi.
Bütün bu örneklerde göstermektedir ki soykırım temeli üzerine kurulan “Müesses Nizam” varlığını devam ettirebilmek için soykırıma devam ediyor. Dün Ermenileri, Rumları, Süryanileri fiziken ortadan kaldıran “Müesses Nizam”, şimdi bunu inkar ederek sürdürüyor. Gerektiği gördüğünde de tetiği çekmekten geri durmuyor.
Bugün “Müesses Nizam” için asıl tehlike Kürt ulusunun mücadelesi olarak öne çıkıyor. Bu nedenle de “Müesses Nizam”ın sahipleri, D.Bahçeli’nin ağzından “uyarı”yor. Soykırım sürüyor.