Hemen her kesim tarafından “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin adeta bir sağlaması olarak görülen 31 Mart yerel seçimleri, sınıf mücadelesi açısından çok çarpıcı ve yıkıcı sonuçlar açığa çıkardı.
AKP-MHP faşist ittifakı tarafından yerel seçim parantezinden çıkarılarak bir genel seçim atmosferine ve “başkanlık rejimi” oylamasına dönüştürülen seçimler, tam da düşünüldüğü gibi ama ona bu misyonu biçenleri çok sert bir şekilde vuran bir tabloyu açığa çıkardı.
Türkiye’de geleneksel hakim sınıf siyasetinin tarihi, aslında hiçbir yerel seçimin, -yarattığı etki ve açığa çıkardığı sonuçlar itibariyle- yerel kalmadığını anlatan bir geçmişe sahiptir. Ne var ki bu defa, 24 Haziran seçimlerinin hemen sonrasında, rejimin yerelde ayaklarının inşa edilmesi ve kurumsallaşması menziline alınan seçim, yerelden genele çekildi. Bu durum, 2019 yerel seçimlerinin öncellerinden farklı bir düzlemde, gerek hakim sınıflar cephesinde gerekse de emekçi yığınlar açısından merkezi düzeyde yıkıcı sonuçlar üretmesini beraberinde getirmiştir.
Yerel yönetimde açığa çıkan tablo, hakim sınıflar açısından ideolojik, politik, ekonomik vb. hemen her alanda merkezi iktidarı besleyen ve özellikle de kitlelerle ilişkisi bağlamında önemli bir alan açan yanlarıyla merkezin geleceği üzerinde derin etkiler yaratmıştır.
Denilebilir ki; 31 Mart yerel seçimleri, hakim sınıf klikleri arasındaki çatışma ve hesaplaşmanın yeni düzlemi ve ileride nasıl şekilleneceğine dair çok önemli veriler sunmuştur. Sözgelimi, Türkiye’nin gerek nüfus gerekse de sanayi ve sermayenin en önemli merkezleri durumundaki İstanbul, Adana, Mersin, Antalya ve Ankara gibi iller de dahil olmak üzere 14 büyükşehir AKP iktidarı tarafından kaybedilmiştir. Hatırlanacağı üzere, AKP iktidara, yereldeki “başarı hikayelerini” basamak yaparak, bunlar üzerinden yükselerek gelmiştir. Bu bakımdan söz konusu sonuçların anlamı ve önemi; her şeyden önce düzen cephesinde yarattığı büyük deprem ve onu takip edeceği kesin olan artçı sarsıntılarda yaratacağı yıkımda karşılık bulacaktır.
Emekçiler, İşsizlik ve Yoksulluk Girdabına Çekiliyor!
Kuşkusuz tüm bu değişim ve egemen sınıflar cephesindeki yeni güç dağılımına cevaz veren toplumsal koşullar söz konusudur. Türk, Kürt uluslarından çeşitli milliyet ve inançlardan emekçi kitlelerinin, AKP iktidarında karşılığını bulan sistemin uygulamalarıyla yaşamak zorunda bırakıldığı ekonomik ve sosyal koşullar bahsini ettiğimiz depremin temel dinamiği olmuştur.
AKP iktidarının 15 Temmuz Darbe Girişimi ile yürürlüğe soktuğu koyu faşizm veya başka bir söylemle süreklileşmiş OHAL rejimi, başta işçi sınıfı ve emekçiler olmak üzere geniş halk kitlelerine, temel ve hak ve özgürlüklerine yönelik gasp ve yasağın yanında büyük bir yoksulluk da getirmiştir.
Türk hakim sınıflarının talepleri ve ihtiyaçları ekseninde yaşama geçirdikleri ekonomi politikalarıyla, KİT’leri özelleştiren, yeraltı ve yer üstü kaynaklarını emperyalist tekellere peş keş çeken; göreli büyümenin kısa vadeli rahatlığı üzerinden popülist politikalarla inşaat sektörüne yüklenen AKP iktidarı uzunca bir süredir ekonomik alanda yolun sonuna gelmişti.
Uluslararası kapitalist sistemin hala içinde debelendiği krizi, en derinden yaşayanlardan olan TC ekonomisinin bu gerçeği uzunca bir süredir saklanamayacak, tolere edilemeyecek boyutlara ulaşmıştı. Türkiye ekonomisi geçen yılın son çeyreğinde (Ekim-Kasım-Aralık aylarında) ortalama yüzde 3 oranında küçülmüş durumdadır. 2018 yılının büyüme hızı, ilk çeyrekten son çeyreğe kadar sırasıyla; yüzde 7.4’ten, yüzde 5.3’e, yüzde 1.8’e ve yüzde -3’e kadar düşmüş; kişi başına düşen (aslında düşmeyen) milli gelir ise 9.362 dolara gerileyerek 2007 yılındakinin altına inmiştir. Son çeyrekte, hane halkı nihai tüketim harcamaları yüzde -8.9; kamu tüketim harcamaları yüzde -0.5; ithalat yüzde -24.4 ve sabit sermaye yatırım harcamaları yüzde -12.9 azalmıştır.
Bu resim, geniş emekçi kitleleri açısından büyük bir yıkım, yoksulluk ve işsizlik anlamına gelmektedir. İşçi, emekçiler sadece ağır vergiler altında ezilmemiş, aşırı borçlanmamış, aynı zamanda ürettiğinin üçte birinden azıyla yetinerek yıkıma zorlanmış durumdadır.
Kendini; yüksek borç stokları, özel sektörün kısa vadeli yüksek dış borçları, yüksek faiz oranları, yüksek döviz kurları, yüksek enflasyon oranları ve yüksek işsizlik oranları ile gösteren ekonomik krizin, beraberinde büyük bir finansal krizi getireceğine ise şüphe yoktur.
Bu da yerel seçimlerin ardından IMF’li ya da IMF’siz hangi biçimde olursa olsun, uluslararası finans kapitale bağımlılığın artacağı ve bu arada geniş halk kesimlerinin kemerlerini daha da sıkmak zorunda kalacağını göstermektedir.
OECD’ye göre geçen yılın son çeyreği itibariyle 42 ülke arasında (Güney Afrika, Yunanistan ve İspanya’nın ardından) resmi işsizlik oranı en yüksek 4. ülke ile rekor kıran bir ekonomiden söz ediyoruz. (Aralık 2018 itibariyle) Dar tanımlı işsizliğin yüzde 13.5’e ve geniş tanımlı işsizliğin yüzde 20.9’a yükseldiği tarım dışı işsizlik oranlarının ise genel ortalamanın en az 2 puan üzerinde seyrettiği bir tablo ile karşı karşıyayız. DİSK’in rakamlarına göre işsizliğin 7.2 milyona yükseldiği son 1 yılda işsiz sayısı 1 milyonun üzerinde arttığı bir ekonomide yaşıyoruz.
İşçi sınıfı ve emekçilerin içinde bulunduğu bu ağır koşullardan dalga geçer gibi “Varlık Kuyrukları” adını verdikleri (R.T.Erdoğan, 20 Şubat 2019) “Tanzim Satış Noktaları”yla çıkılacağını vaaz eden AKP iktidarı, gerçeğin acı ve yıkıcı yüzü; emekçi kitlelerinin sarsıcı gücünün gazabına uğramıştır.
Şovenizm ve Kürt Düşmanlığı Çürüme ve Çözülmeyi Durduramadı!
Açık ki AKP iktidarı da başta ekonomik alanda olmak üzere pek çok başlıkta toplumsal düzlemde tablonun ne kadar ağır olduğunun farkındaydı. Ne var ki AKP, krizi yaratan ve üreten politikalarla bugüne gelmiş ve bugünkü pozisyonuna ulaşmıştır. Bu durum onun hareket alanını da niyetinden bağımsız bir şekilde sınırlamıştır. Krizi üreten ve onu TC ekonomisinin yapısal bir sorunu haline getiren şey, Türk hakim sınıflarının emperyalist-kapitalist sistemle kurduğu yarı- sömürge ilişkisidir. AKP, bu ilişkiyi besleyen, geliştiren ve bundan nemalanan bir güç olarak palazlanmış ve geçen süre içinde de devletin tüm kurumlarına hakim hale gelmiştir.
AKP iktidarının krize çözüm sunma gerçekliği eşyanın tabiatına aykırıdır. O da bunun farkında olduğu içindir ki emekçilerin yaşadığı derin yoksulluk ve işsizliğin gerçek nedenlerini gizlemek için dikkatleri “başka” yerlere çekmeyi tercih etmiştir. AKP-MHP faşist ittifakının bir başka faşist ittifakla mücadelesinde ekonomiden, bu başlıktaki sorunlardan olabildiğince kaçmasının da nedeni budur. Hal böyle olunca geriye, ırkçılık ve şovenizm, hamaset ve Kürt düşmanlığı kalmıştır. Bu da AKP iktidarının kendi tabanı da dahil olmak üzere geniş emekçi kitlelerinden kopma süreci ve eğilimini, bu doğrultuyu geliştirmiş, çürüme ve çözülmeyi hızlandırmıştır. Kabul etmek gerekir ki; R.T.Erdoğan’ın bohçasında kala kala azgın bir Kürt düşmanlığı ve “Beka” parantezinde karşılık bulan vatan-millet-Sakarya edebiyatı, “yerli ve milli” propagandası kalmıştır. Ne var ki giderek MHP’lileşen bir AKP’nin kaybettiği/kaybedeceği sandık sonuçlarından bir kez daha görülmüştür. Veriler, AKP iktidarının, MHP’ye giderek daha fazla mahkum hale geldiğine, halk düşmanlığının ırkçı-faşist karakterinin daha görünür ve etkin olduğu bir çizgide üretileceğine; R.T. Erdoğan’ın iktidarını korumak ve krizin yıkıcı etkilerinden korunmak adına daha saldırgan ve azgın bir siyasete yöneleceğine işaret etmiştir.
Buna rağmen “Beka” söyleminin bir bütün yersiz ve mesnetsiz olmadığını da eklemek gerekir. R.T. Erdoğan, “Beka”yı kendi siyasi geleceği bağlamında dolaşıma sokmayı tercih etse de söz konusu kavramın hakim sınıflar açısından daha geniş bir anlamının olduğu açıktır. Yerel seçimler bağlamında, AKP’den MHP’ye CHP’den İYİ Parti’ye Kürt düşmanlığında özellikle de T. Kürdistanı’nda Kürt Hareketine, HDP’ye yönelik politikalarda yakaladıkları uzlaşı “Beka”nın ne kadar önemli, stratejik olduğunu göstermiştir. Özellikle de R.T. Erdoğan’ın düşük profilli balkon konuşmasında “Batı”da aldığı ağır hezimete rağmen T. Kürdistanı’ndaki başarısına dikkat çekmesi ve Fırat’ın doğusuna, Suriye’ye, aslında hepimiz biliyoruz ki, Rojava’ya yönelik operasyonlardan söz etmesi boşuna değildir.
Gerek büyük şehirler gerekse de il ve ilçe bazında çok önemli bir çıkış ve başarı yakalayan faşist “Millet İttifakı”nın, R.T. Erdoğan’ın bu çizgisiyle sorununun olmadığı bir gerçektir. Dahası “Beka” korkusunun gelecekte Ulusalcı-Atatürkçü bir çizgide yerelden merkeze doğru giden bir hatta yeniden üretileceğine şüphe yoktur. AKP’nin İslamcı-muhafazakar “Beka”sı, yine faşist bir zemin üzerinde yükselen ulusalcı bir “Beka” ile mücadele etmektedir.
Hakim Sınıf Klikleri Arasında Derinleşen Çelişkiler; Gücü Kırılan AKP!
Gerek düzen içi siyaset açısından gerekse de HDP ve diğer demokrasi güçleri bakımından tamamen eşitsiz koşullarda gerçekleşen bir seçim sürecinin geride bırakıldığı açıktır. AKP iktidarı, düzen partileri CHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi’ni “terör” parantezine alan, “zillet” ittifakı olarak değerlendiren bir söylemi, toplumu kutuplaştıran ve düşmanlaştıran bir dili tercih etmiştir. Ne var ki emekçi yığınların alım gücünün ışık hızında eridiği, temel gıda ürünlerinin Dolar ve Euro’nun yanında devede kulak kaldığı; yoksullaşma ve ve işsizliğin çığ gibi büyüdüğü bir siyasi konjonktürde söz konusu söylemler karşılık bulmamıştır.
31 Mart yerel seçimleri, 16 Nisan referandumu, 24 Haziran seçimleri ile geniş emekçi kitlelerinin sistematik bir şekilde biriken öfke ve tepkisinin dışa vurduğu bir süreç olmuştur.
Sistemin yeniden yapılandırıldığı 16 Nisan referandumu ile devletin tüm organları arasındaki merkezileşmesinin TC tarihinin en ileri düzeyine çıkarıldığı, başkana KHK’larla neredeyse sınırsız yetkilerin verildiği bir rejimin tüm olanaklarını arkasına almasına rağmen R.T. Erdoğan yenilgi almıştır.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 22 Mart’ta “Şimdi seçimlerde yüzde 52’nin altına düşmemek lazım. Onun üzerinde bir değere ulaşmanın çabası içerisinde olmalıyız. Ne kadar yüzde 52’nin üzerinde tutarsak o zaman Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin daha meşruiyeti üzerinde herhangi bir tartışmanın söz konusu olmayacağı bir ortam doğar” demişti. AKP-MHP’nin oy oranlarının toplamı % 52’nin altında kalmıştır. Bu gerçek R.T. Erdoğan ve Bahçeli açısından bir “meşruiyet” tartışmasına neden olacaktır. “Batı”da büyükşehir, il ve ilçeler ile T. Kürdistanı’nda hile, usülsüzlük ve devlet terörü ile rakipleri karşısında önde olması kaybettiği gerçeğini değiştirmeye yetmeyecektir. Sürecin gidişatı açısından temel karakter, AKP iktidarı/R.T. Erdoğan için hikayede direksiyonun bitişe yol alıyor olmasıdır! Yerel seçimler, uzun bir süredir bir devlet aparatına dönüşen AKP’nin artık diğerlerinden önde olsa da ileriye ama yokuş aşağı yol almaya başladığı bir sürece ev sahipliği yapmıştır.
Açık ki her kriz aynı zamanda egemen sınıflar arasında büyük bir hesaplaşma ve çıkar dalaşını da bağrında taşımaktadır. Krizi yaratan hakim sınıflar açığa çıkan tabloyu rakiplerini tasfiye etme ve gücünü tahkim ederek büyüme amacı ile ele alır. Bu bakımdan Türk hakim sınıf kliklerinin, yaşadığımız krizin faturasını rakiplerine yıkmak ve mevzi kazanmak için büyük bir mücadele verdiğini söylemek mümkündür. 31 Mart yerel seçimlerinde görülen o ki, Türk hakim sınıfları içinde bu mücadelede belli bir inisiyatifi kazanan kesim CHP-İYİ Parti kliği olmuştur. İstanbul başlığında ortaya çıkan başa baş durum da bunun bir göstergesidir. Mücadelenin henüz sonuçlanmadığı ve hakim sınıflar arasındaki söz konusu krizin ileride daha da derinleşeceğini de öngörmek mümkündür.
Bugünkü tablo, bu mücadelenin ulusalcı, faşist bir çizgide CHP’nin tabanda örgütlenmesi ve merkezi iktidardaki gücünü ve etkisini, mevzilerini artırmasına yönelik bir doğrultuda yol alacağına dair zengin ip uçları sunmaktadır. Görünen o ki, inisiyatifi ele alan klik, sandıktaki ilk hesaplaşmaya kadar yerelde güçlenmeyi, krizin yıkıcı, çözen etkileri ile AKP iktidarını karşı karşıya bırakmayı ve faturayı ona kesmeyi planlamaktadır. Yerel yönetim düzleminde ortaya çıkan tablonun hakim sınıflar cephesi için siyasi arenada gelecekte çarpan etkisi yaratacağına şüphe yoktur. Bu bakımdan CHP-İYİ Parti ile hamle yapan kliğin gelecek açısından belli bir kazanım elde ettiği söylenebilir.
24 Haziran seçimlerinde herkesin gözü önünde 2.5 milyona yakın oyu usulsüz bir şekilde sayarak seçimi kazanan AKP iktidarının, devletin içindeki bunca kadrolaşmasına rağmen yerel seçimlerdeki tutukluğunun perde arkasında da bu gerçek vardır. Anlaşılan o ki Türk hakim sınıfları, kendi içindeki mücadeleyi yumuşak bir geçişle, sokağın devreye sokulduğu, kitlelerin karşı karşıya getirildiği bir sürece evrilmeden hal yoluna koymakta uzlaşmıştır. Yakalanan uzlaşının, başta ABD olmak üzere emperyalist efendilerin değişen ihtiyaçları ve politikalarına uygun hareket etmede ve şekillenmede zorlanan, kitleler üzerindeki kullanışlı etkisini de önemli oranda kaybeden AKP’nin gücünün kırılmasıyla, onu siyaseten bitişe götürecek bir yola sokulması olduğu anlaşılmaktadır. Ne var ki yine de Türkiye’de siyaset her zaman sürprizlere de açıktır!
CHP-İYİ Parti’nin kıyılardan İç Anadolu’ya ve oradan Karadeniz’e yayılan başarısını bu gerçeklik içinde yorumlamak doğru olacaktır.
Hakim sınıflar, kitlelerin, düzenin ürettiği ekonomik ve siyasi krize yönelik büyüyen öfkesine karşı baraj kapaklarını CHP-İYİ Parti ile açmayı tercih etmiştir. Kitlelerin büyüyen hoşnutsuzluğu ve AKP ile sistemin temel çarklarının işletilemez başka bir deyişle yönetilemez olması Türk hakim sınıflarını, yeni arayışlara yöneltmiştir.
Öte yandan İslamcı-muhafazakar cenahta AKP’nin siyasal yörüngesinden kimi kadrolarla yeni parti arayışlarının su yüzüne çıkacağı gelişmelerle karşılaşmak şaşırtıcı olmamalıdır.
Yerel seçimler, diğer yandan Türk hakim sınıflarının T. Kürdistanı‘nda Kürt halkının kazanımlarına, siyasi iradesine yönelik kayyum politikasına karşı güçlü bir tepki ve duruşun adresi olmuştur. Düzenin, AKP iktidarı eliyle T. Kürdistanı’na yönelik merkezi yönelimi kapsamında, bölgeye on binlerce asker ve polisi kaydırması, devamı da gelecek olan bütünlüklü bir politikanın sonucu olarak şekillenmiştir. Şırnak, Bitlis ve Ağrı gibi illerde açığa çıkan sonucu bu gerçeklik içinde değerlendirmek gerekirse de bir bütün olarak Kürt hareketinin kendi özgünlüğüyle de Dersim’in bir parçası olduğu T. Kürdistanı’nda Kürt halkının, kitlelerin yaşadığı değişim ve dönüşüme; içinde bulunduğu gerçekliğe yönelik daha derinlikli yaklaşımları geliştirmesi gerektiği de bir gerçektir.
HDP‘nin T. Kürdistanı’nda faşist terörle gasp edilen il ve ilçe belediyelerinin büyük bir bölümünü yeniden alması; tüm baskı, gözaltı ve tutuklamalara, askeri operasyonlara ve katliamlara karşın Kürt halkının direnişinin ve kazanma azminin kırılamadığını, dahası direniş cephesinin gücünü yendien tahkim ettiğini ve özgüven tazelediğini göstermiştir.
HDP üzerinden Kürt ulusal siyasetinin, CHP-İYİ Parti faşist ittifakına destek vermek üzere, belli başlı il ve ilçelerde aday göstermemesi elbette eleştiri konumuzdur. Fakat sadece sonuçları itibariyle baktığımızda, Kürt halkının Kürt illerinde ya da “Batı”da kazandıran ya da kaybettiren gücünün gösterilmesi açısından da önemli bir veri olmuştur bu durum.
Direnişi Sınıf Mücadelesinde Büyütelim!
Yerel seçimler, kitlelerin bugünkü durumda, kısa ve orta vadede kriz döngüsünün birer ürünü durumundaki işsizlik ve yoksulluk cenderesi içinde nefes almaya çalıştığını göstermiştir. Sandık, geniş halk kesimlerinin, sistemle arasındaki çelişkilerin temel olarak sınıf mücadelesi ekseninde kendini ürettiğine, büyüttüğüne ve keskinleştiğine işaret etmiştir.
İşçi sınıfı ve emekçiler; Kürtler, Aleviler, kadın ve LGBTİ+’lar cephesinde büyük bir öfkeyle beslenen yıkıcı bir sinerjinin biriktiği açığa çıkmıştır. Bununla birlikte, 20 Temmuz 2015’le yürürlüğe sokulan “diz çöktürme konsepti”nin ağır etkilerinin de tıpkı Newroz’da açığa çıktığı gibi ağır ağır dağılmaya başladığı görülmüştür. AKP iktidarına atfedilen “yenilmez”, “yıkılmaz” sıfatlarında ifadesini bulan ve değişimden beslenen umudun kırıldığı bir atmosferden, İstanbul ve Ankara gibi merkezi illerin el değiştirdiği bir noktaya gelinmiştir. Bu değişim, en başta kitlelerin özgücüne güveni, örgütlenme eğilimi ve kitle hareketinin gelişimi açısından son derece önemli pozitif etkiler yaratmaya adaydır.
Ne var ki kitlelerin, derin ekonomik krizle beslenen “artık eskisi gibi yönetilmek istememe” tutumunun bugün CHP-İYİ Parti faşist ittifakı eliyle su yüzüne çıkarıldığına dikkat çekmek gerekir. Böylelikle hakim sınıflar, kitlelerde biriken öfkeyi sonu yine düzen içinde son bulan bir başka kanala akıtmış durumdadır. CHP-İYİ Parti faşist ittifakının bugünkü durumda yerel yönetimler bağlamında mevcut yapısal sorunları çözme şansının olmadığına şüphe yoktur. Devrimci, komünist, ilerici ve güçlerden müteşekkil özneler, kitlelerin yerel seçim sürecinde ortaya koyduğu söz konusu yıkıcı gücü, yaşadıkları yoksulluğun ve yoksunluğun nedeni olan sisteme yöneltmediği sürece değişen sadece koltuğa oturan paşalar olacaktır.
31 Mart bu bağlamda, kitlelerle gerçek sorunları temelinde bağ kurmanın, onların öfkesi ve direnişinin bir parçası olmanın, onu örgütlemenin ve direnişi ileri taşımanın yolunun sınıf mücadelesi ekseninde, emeğin dünyasında politika üretmekten geçtiğini göstermiştir. Sokakta, fiili meşru direniş temelinde; devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerin birleşik mücadelesi için bugün daha uygun bir zemin ortaya çıkmıştır!
Kuşkusuz emekçi yığınların yaşam koşullarını iyileştirmenin ve gerçek bir kurtuluşa doğru adım atmanın en kısa yolu bu olacaktır! 31 Mart yerel seçimleri, puslu havanın dağılmaya yüz tutuğunu; kitlelerin direniş ve mücadele adına önemli bir sinerji biriktirdiğini göstermiş; devrimci ve komünist güçlere de tarihi sorumluluklarını bir kez daha hatırlatmıştır.
Önümüzde çetin ama şanlı mücadele günleri vardır!