Avrupa Birliği’nin yasama organı AP’nin üyelerini belirleyen ve beş yılda bir yapılan seçim için 21 ülkede geçtiğimiz günlerde gerçekleştirildi. Almanya, Avusturya, Belçika, Bulgaristan, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Fransa, Hırvatistan, İspanya, İsveç, İtalya, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Polonya, Portekiz, Romanya, Slovenya ve Yunanistan’da 26 Mayıs’ta yapılan oylamaya İngiltere ve Hollanda’da 23 Mayıs’ta, Çekya ve İrlanda’da 24 Mayıs’ta Slovakya, Malta ve Letonya’da 25 Mayıs’ta oy kullanımı gerçekleştirildi.
26 Mayıs 2019 tarihinde yapılan, Avrupa parlamento seçimleri için, Lisa Gärtner, Peter Weispfennig ve Erhan Aktürk Enternasyonal Liste/MLPD adayları olarak çalışma yürüttü. Özgür Gelecek Gazetesi olarak Enternasyonal liste MLPD AP milletvekili adayı Erhan Aktürk ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Aktürk sorularımıza cevap verirken, mevcut tabloyu, siyasi politik atmosferi değerlendirdi ve emperyalistlerin desteğiyle güçlenen ırkçı-faşist partilere dikkat çekerek, “Ortaya çıkan esas nokta bugün olduğu gibi, gelecekte de ezilen yerli ve göçmen halkları zor günler beklemektedir. Bunun için, anti-faşist, anti-emperyalist geniş demokratik kitlesel birliklerle ortak mücadelenin örülmesi günümüz açısından görevdir” sözleriyle ortak mücadele vurgusu yaptı. Söyleşinin tamamı şu şekilde:
“Kararlar sermayenin egemenliğini koruma ve güçlendirme amaçlı”
– AB Parlamento seçimleri ne zamandan beri yapılıyor?
– 1979 yılından bu yana her 5 yılda bir mayıs ayında, Avrupa Parlamentosu seçimleri yapılmaktadır. Yapılan ilk seçimde yüzde 63’lük katılım olmuş. 2009 yılında bu oran yüzde 43’e gerilemiş. Bu yılda, Avrupa Parlamentosu seçimleri 23-26 Mayıs tarihleri arasında yüzde 50;1 katılım oranı ile yapıldı. Ayrıca AB Parlamentosu, komisyonlar şeklinde çalışmaktadır. Brüksel’de Komisyonların aldığı kararlar, kitlelerin hayatını doğrudan etkiliyor. Çünkü Avrupa Birliğinin seçilen tek organı olan parlamento, tarım, enerji politikası, göç ve finans gibi alanlarında karar alma yetkisine sahiptir. Yine diğer ülkelerin AB’ne alınması gibi konularda da parlamentonun onay vermesi gerekiyor. Diğer yandan Avrupa Birliği emperyalist sermayenin birliği olduğu için, genellikle alınan kararlar sermayenin egemenliğini korumak ve güçlendirmek amaçlıdır. Halkların çıkarına ve yararına yapılan pek bir şey yok.
“Irkçılık sermayenin en temel siyaseti olarak yerini koruyor”
– AB parlamento seçimleri, sürecine nasıl bir politik atmosferde girildi?
– Bu dönem AB seçimlerinde öne çıkan üç nokta damgasını vurdu: Birincisi; emperyalist bloklar arasında yaşanan rekabetten kaynaklı, günümüzde öne çıkan (Handel Krieg) ticaret savaşları. Bu noktada daha önceden, Avrupa Birliği ile ABD arasında karar altına alınan, (TTİP) Trans Atlantik Ticaret anlaşması tek taraflı olarak ABD tarafından bozulması ve bunun üzerinde kopan fırtınanın etkisi halen devam eden, bir dönemde seçime gidildi. Bundan dolayı da Avrupa’da seçime katılan birçok sağ-sosyal demokrat partinin seçimdeki ana teması güçlü Avrupa argümanı oldu.
İkincisi; Avrupa Birliği karşıtı ırkçı-faşist partilerin güçlenmesi ve bazı AB ülkelerinde koalisyon hükümetlerinde yer almaları ile birlikte, AB parlamentosunda çoğunluğu sağlayabileceği kaygısıyla, diğer hâkim klik partilerini tedirgin etti. Aslında bu tedirginlik sadece iktidarlarını kaybetme korkusundan ortaya çıktı. Çünkü asıl gerçeklere yüzümüzü döndüğümüzde; İnsanlığın en büyük düşmanı olan ırkçılık ve ayırımcılık emperyalistlerin asıl beslendikleri alan olmuştur. Geçmişten günümüze kadar, demokrasi hak ve özgürlükler mücadelelerine karşı, emperyalistler ırkçılığı önleyici bir silah olarak kullanarak, ezme ve yok etme siyaseti uygulamıştır. Yine sistemin yaşadığı ekonomik, politik ve sosyal kriz, dönemlerinde günümüzde olduğu gibi krizleri atlatmanın bir yolu olarak, içe dönük ırkçılığı geliştirmek, dışa yönelik ise, zengin coğrafyaların pazar alanları üzerinde çatışma ve savaş siyasetini uygulamaktır. Bu anlamda ırkçılık sermayenin en temel siyaseti olarak yerini korumaktadır. Zaten ırkçı-faşist parti ve örgütlerin güçlenmesine, önayak olan emperyalist sınıfların kendisidir. Geçmişten günümüze kadar bu parti ve örgütleri bağırlarında korudular, beslediler ve büyüttüler. Bütün ırkçı saldırılar görmezden gelinerek adeta törele edildiler. İhtiyaç duyduklarında piyasaya sürmektedirler.
Üçüncüsü ise; Çevre ve iklim değişikliği tehdidinin sıkça konuşulduğu bir dönemde, seçimlere gidildi. Bu nedenle Avrupa Birliği ülkelerinde bulunan, Yeşil partiler bu sorunu gündemleştirerek, oy ve milletvekili sayılarını artırdılar. Ekolojik dengesi bozulan dünyanın, çevre ve iklim sorunu, günümüzde önemli bir gündem olarak yerini korumaktadır.
“Kürt kurumları, Alevi dernekleri ve Ezidi toplumuyla önemli ilişkiler kuruldu”
– Birçok yerde sonuçlar açıklandı, nasıl değerlendiriyorsunuz, çalışmalarda nelerle karşılaştınız?
– ATİF’in de içinde olduğu, enternasyonal liste-MLPD’den aday gösterildim. Ve seçim kampanyasına yoğun bir şekilde katıldım. Yaptığımız çalışmanın neticesinde, başarılı bir sonuç ortaya çıktı. 2014 yılında yapılan Avrupa parlamento seçimleri kriter alındığında, o dönem bu kadar çok parti seçime katılmamıştı. Fakat 2019 AB seçimlerine ise, 41 parti katıldı. Bu çok yoğun katılım demektir. Ayrıca “sol, sosyalist ve komünist” olarak kendini adlandıran birçok küçük parti seçime katıldı. Yine önceki seçimi kriter olarak alırsak, tüm büyük muhafazakâr, sosyal demokrat ve küçük “sol, sosyalist ve komünist” partiler önemli oranda oy kaybettiler. Bu tablo içinde oylarını yükselten yeşiller partisi ile ırkçı partiler oldu.
Bunların dışında MLPD, ATİF ve birçok kurumun ortaklığında gidilen seçimde ise; 2014 yılında yapılan seçimler baz alındığında, alınan oylarda artış oldu. Önemli olan nokta ise; seçim vesilesiyle, Kürt kurumlarıyla, Alevi dernekleriyle ve Ezidi toplumuyla, önemli ilişkiler kuruldu ve Ortak toplantılar ile paneller yapıldı. Elbette ki bunlar bizim kazanımlarımız oldu. Diğer yandan ortak çalışma noktasında önemli adımlar atılarak, birlikte çalışmanın önemi yeniden ortaya konuldu.
Diğer bir noktada, kampanya süreci içinde karşılaştığımız sorunların başında, Almanya’nın ana akım medyasının bize yönelik kısıtlaması gelmektedir. Bu sorunda, ırkçı sağcı partilere, TV ve yazınsal medyada ayrılan süre, elbette ki, bize verilmedi. Yine yaptığımız mitingler bilinçli olarak gösterilmedi. Diğer partilerin çoğu devlet olanaklarından yararlanarak seçim çalışmasını sürdürdüler. Bizde sadece, bizi destekleyen halkımızdan aldığımız destek ve güçle seçim çalışmamızı yaptık. Tek amacımız parlamenter olmak değildi tabi ki, esas amacımız mücadele etmekti. Bu seçim çalışmasında bu meseleyi biraz daha ileriye taşıdık.
“Ortak mücadeleyi yükseltmek günümüz açısından temel görevdir”
– Göçmen işçi ve emekçi kesimi için, nasıl bir değerlendirme yaparsınız?
– Bu noktada Avrupa’da yaşayan göçmenleri iki kategoriye ayırmak gerekiyor. Birinci kategorideki göçmenlerin önemli bir kesimi, ülkedeki sağ, dinci ve ırkçı partilerin güdümündedirler. Bu nedenle burada kendi sorunlarından çok ülkedeki sorunlara daha ilgililer. Hatta birçok Avrupa ülkesinde kurdukları Türk partileriyle burada lobi çalışması yapmaktadırlar. Ve demokratik hak ve özgürlükler mücadelesi noktasında, geri bir pozisyondadırlar. Avrupa’da yaşayan diğerleri olan, Kürtler, Aleviler, Demokrat, Devrimci, Sosyalist kesimlerde; demokratik hak ve özgürlükle için kesintisiz bir mücadele yürütüyorlar. Fakat yeterli olduğu anlamına gelmiyor. Bazen güçler bölünüyor, bazen ortak hareket ediliyor. Neticede Avrupa’da yürütülen sokak mücadelesi bu kesim üzerinde yürüyor. Şu bir gerçek ki, önümüzdeki dönem tüm göçmenleri zor günler beklemektedir. Bu nedenle tüm demokratik kesimlerle ortak mücadeleyi yükseltmek günümüz açısından temel görevdir.
“Ezilen yerli ve göçmen halkları zor günler bekliyor”
– Aşırı ırkçı-faşist partilerin oylarının artışa geçmiş olmasına dair neler söylersiniz?
– Evet emperyalistlerin desteğiyle güçlenen ırkçı-faşist partiler, halkların birlikte ve barış içinde yaşamasını tehdit edecek boyuta varmış bulunuyor. Hâkim sınıflar tarafından, ırkçılığın geliştirilmesi, mevcut sorunların üstünü örmenin bir aracıdır. Bu nedenle, 510 milyonluk zengin Avrupa’sında 119 Milyon kişi işsizdir. Refah düzeyinin yüksekliği ile övünülen bu coğrafyada 4 milyon insan evsizdir. Sefalet ve yoksulluk nedeni ile dilencilik artmaktadır. Çöplerde yiyecek toplama alışkanlığı günlük yaşam biçimine dönüşmüştür.
Demokratik hak ve özgürlükler rafa kaldırılmıştır. Ve birçok Avrupa ülkesinde düşünce özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü sadece kâğıt üzerinde geçerliliği kalmıştır. Politik faaliyet ve aktiviteler yürütmek adeta suç sayılmaktadır. Demokratik yasal kurumlara karşı yoğun baskılar, yasaklamalar, soruşturmalar ve tutuklamalar olağan bir duruma gelmiştir. Ezilen emekçi halklara dönük saldırılar her gün artmaktadır. Bu nesnel tabloda ortaya çıkan esas nokta bugün olduğu gibi, gelecekte de ezilen yerli ve göçmen halkları zor günler beklemektedir. Bunun için anti-faşist, anti-emperyalist geniş demokratik kitlesel birliklerle ortak mücadelenin örülmesi günümüz açısından görevdir.