Zamanla Büyüyen Yalanlar Değil Gerçekler Olur
“Elazığ’dan Tutsak bir Partizan, yaşanan depremin ve onu takip eden birkaç gelişmenin hapishaneye yansımalarını, hapishanedeki anti-demokratik uygulamaları kaleme aldı”
26 Şubat 2020
Elazığ’dan Tutsak bir Partizan, yaşanan depremin ve onu takip eden birkaç gelişmenin hapishaneye yansımalarını, hapishanedeki anti-demokratik uygulamaları kaleme aldı.
Bulunduğumuz yerde en şiddetlisi 24 Ocak tarihinde olan ve artçı sarsıntıların devam ettiği depremle sallanıp duruyoruz. Yaşanan bu depremde birçok insanımız yaşamını yitirirken, yüzlercesi de yaralanmıştır. Birçok bina tamamıyla yıkılırken, yüzlercesi de ağır hasarlı ve oturulamayacak durumdadır. Bu işin sorumluları ise yalanlarla gerçeklerin üzerini örtmek için bir algı oluşturma peşinde.
Elbette doğa olaylarına karşı yapacak pek bir şey yok. Fakat bu önlem almamayı da gerektirmez. Yaşanan bu deprem, egemenlerin ve iktidarlarının ihmal ve sorumluluklarını (sorumsuzluklarını) bir kez daha gözler önüne serdi. Sorumsuzluklar sadece bununla kalmamış, Van’da meydana gelen çığ olayı ve ihmaller, yine İstanbul Sabiha Gökçen havaalanındaki uçak kazası ile devam etmiştir. Aslında uçak kazasından bir gün önce Ulaştırma Bakanlığı’nın yaptığı açıklama her şeyi özetliyor.
Ulaştırma Bakanı yaptığı açıklamada pistin yorgunluğundan bahsetmişti. Bu açıklamayı aslında şu şekilde okumak gerekir; burada yorgun olanın pist değil, esasta sistem ve onu yöneten iktidar olduğudur. Onların kokuşmuş ve çürümüşlüğüdür.
Keza bu olaylarda yığınların gerçekleri öğrenmemesi için ellerindeki bütün araçları (medya vb.) kullanmaktan da geri kalmamışlardır. Yaşanan olaylarda gerçekleri sınırlı sayıda imkân ve olanaklarıyla gerek basın gerekse sosyal medya üzerinde halka ulaştırmaya çalışanlara ise hemen her olayda olduğu gibi soruşturma furyası başlatmışlardır.
Devleti yönetenlerin, en küçük eleştiri ve açıklamaya tahammülleri yok. Ancak tüm bunlar nafiledir ve gerçekleri kitlelerden gizleyememektedir. Güçlü oldukları için değil korktukları için saldırıyorlar. Ne diyelim? Korkuları bol olsun!
Korkuyu korku olmaktan çıkarmak gibi bir görevimiz var
Doğrusu zorlu ve çetin bir süreçten geçiyoruz. Egemenler ve iktidarları gerçekler üzerine yalan bombaları yağdırıyorlar. Elbette ki gerçeklerin inatçı bir özelliği de zamanla ortaya çıkmalarıdır.
Her ne kadar “gerçek ayakkabısını giyinceye kadar, yalan üç tur atar” dense de, sonuçta “zamanla büyüyen yalanlar değil gerçekler olur.” Kötü olan bu durumun zamana yayılmasıdır. Yığınlar içerisinde yalanların gerçek olarak algılanmasıdır. Yoksa bunca haksızlığa-zulme karşı bu denli kayıtsızlık ortaya çıkmazdı.
İnsanlar topraklarından koparılıyor, yüzlerce insan bombalar altında her türlü hukuksuz-ahlaksız bir tarzda can veriyor, katlediliyor. Tüm bunlar büyük bir heyecanla neredeyse saat başı evlere servis ediliyor. Ama bu böyle gitmez, gitmeyecektir de. Yığınlar korkunun-sinmenin bir çözüm üretmediğini tecrübeleriyle gördüler, görmeye de devam ediyorlar. Dolayısıyla kitlelerin korkuyu korku olmaktan çıkarmak gibi bir görevi vardır. Burada devrimci öznelere de büyük görevler düşmektedir.
Yine egemenler ve iktidarları geçmişte olduğu gibi bugünde ağızlarından hukuk ve demokrasi kavramlarını düşürmemektedir. Hatta bunlar yalnız başına yetmiyormuş gibi önüne veya arkasına “yeni” kelimeler ekliyorlar. “Hukukun üstünlüğü”, “ileri demokrasi” gibi söylemleriyle nitelik değişikliği algısı yaratmaya çalışıyorlar.
Acı olan bu gibi durumlardan kaynaklı toplumda böyle bir algının oluşmasıdır. Oysa bu durum tam da halka karşı yapılan adaletsizliği gizlemek, rejime dair zihinsel bulanıklık ve yanılsama yaratmak, mevcut durumu öncekinden farklı bir şemsiyeymiş gibi sunmak ve kabullendirmek içindir. İşte gelinen bu aşamada, hukuksuzluğun ve adaletsizliğin yaşandığı alanlardan biri de hapishaneler ve koşullarımızdır.
Hapishane idaresi, kendisini Anayasa Mahkemesi’nin üstünde görüyor
Bu kapsamda bulunduğumuz hapishanede de saldırı ve hak gaspları artarak devam etmektedir.
Anti-demokratik uygulamalar özellikle 15 Temmuz darbe girişimi bahane edilerek ilan edilen OHAL ile birlikte artarken, OHAL’in kâğıt üzerinde kalkmasına rağmen saldırı ve hak gaspları devam etmekte, OHAL yasaları fiili olarak uygulanmaktadır.
Bu vesile ile geçmişte can pahasına ve bedeller ödenerek kazanılmış birçok hak geri alındı ve alınmaya devam ediyor. Şöyle ki bu hapishaneye sürgün geldiğimde girişte uygulanan çıplak aramaya karşı çıktığım gerekçe göstererek beni yaklaşık 18 ay tekli hücrede tuttular. Bu konuda yaptığım tüm itirazlara rağmen ancak 6 ay süre önce 3’lü hücreye alındım.
Tabi benim alınmam ile sorun çözülmedi. Halen birçok arkadaşımız tekli hücrelerde tutuluyor. Adımıza posta yoluyla gelen gazete ve dergiler verilmiyor. Bu yayınların neden bize verilmediğine dair ne bilgilendirme yapılıyor ne de tarafımıza yazılı bir karar iletiliyor.
Bu durum mahkemede hukuki anlamda hakkımızı aramamızın yolunu da kapatmış oluyor. Günlük ve süreli yayınların toplatma veya el koyma kararı yoksa tutuklu-hükümlülere verilmemesinin “hak ihlali” olduğu yönlü AYM’nin kararı olmasına rağmen, hapishane idaresi kendisini Anayasa Mahkemesi’nin üstünde görerek bu kararları uygulamaktadır.
Spor, sohbet, telefon ve ziyaret vb. etkinlilere giderken, çıktığımız hapishane koridorlarından askeri yürüme nizamı dayatılıyor. Selam almak ve selam vermek dünyanın her yerinde insani ve kültürel bir gerçeklik iken, burada yasak deniliyor. Uymayanlar ise darp ve işkence yapılarak süngerli oda denilen tekli hücrelere atılıyor.
Sohbet hakkımız tam verilmiyor. Ayda iki defa olmak üzere 40 dakika ile sınırlandırılmış durumdadır. Kaldığımız hücrelerde kişisel olarak bulundurabileceğimiz kitaplarımıza 7 adet kitap kotası sınırlaması getirilmiştir. Son zamanlarda adımıza posta-koli yoluyla gönderilen bazı kitaplarımız ise teslim alınmayarak geldiği adrese geri yollanmaktadır.
Kürtçe kitap ve dergiler yasaklı olmadığı halde verilmiyor. “Bu yayınları kontrol edecek personel yok” denilerek Kürtçe kitap ve dergiler son iki yıldır fiilen yasaklanıyor. Daha öncesinde 15 günde bir okumak için yaptığımız kişisel kitap değişimi hakkımız bir aya çıkarıldı. Bu durumda yedi adetle sınırlandırılan kitap kotasından kaynaklı okuma hakkımızı engellenmektedir.
Yine yakın zamanda hücrede uygulanan kitap kotası, depoda adımıza bulunduracağımız kitaplara da uygulanmaktadır. Bu kotanın kaç kitapta sınırlı olduğu tarafımıza bildirilmediği gibi, depoda adımıza kayıtlı bulunan kitaplarımız dışarıya göndermediğimiz takdirde kitap değişimi yapamayacağımız söylenilmekte ve yapılmamaktadır. Elazığ hapishanesinde genel durum böyleyken, gasp edilen haklarımıza yönelik onları geri kazanmak için mücadelemiz de sürmektedir.