Yeni Savaş Tarzı: “Müsaitseniz Bu Gece Size Saldıracağız”
Füze ve dron teknolojisi, nokta operasyonları veya askeri tesisler, binalar, altyapı vb.yi yok etme açısından öne çıkabilse de bu taktiksel üstünlüğün, henüz devletlerin propaganda ettiği kadar büyük bir üstünlük olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.
12 Aralık 2024
7 Ekim 2023’teki Hamas saldırısından sonra İsrail ile İran arasında konvansiyonel (geleneksel) savaş tarzına aykırı olarak şekilde karşılıklı saldırılar gerçekleştirildi. Füze ve dronlarla (insansız hava araçlarıyla) gerçekleşen bütün bu saldırılarda, önceden saldırı yapılacağının haber verilmesi, “danışıklı dövüş mü var?” şeklindeki kuşkulu yaklaşım dahil olmak üzere pek çok spekülasyona sebep oldu.
Kendi tabanlarını konsolide etmek amaçlı misillemeye odaklanıp konvansiyonel ve büyük çaplı bir savaştan kaçınmalarını sağlayan bu tarz saldırıların, danışıklı dövüş olarak algılanması için pek çok gösterge bulunsa da, bu tür saldırıların doğasını ve bağlamlarını esas aldığımızda farklı sonuçlara ulaşırız.
Danışıklı olsun veya olmasın bu tür füze ve dron saldırılarının, güçlü tarafları olduğu gibi güçsüz taraflarının da olduğunu görebildiğimiz sürece, her silah veya taktik gibi bu yeni teknolojinin de sadece yerinde ve zamanında kullanıldığında güçlü yönlerini açığa çıkartabildiğini görebiliriz. Füze ve dron teknolojisi -askeri uydularla birlikte- 1991’deki Körfez Savaşı’yla dünya gündemine oturduysa da bu yeni teknolojilerin stratejik boyutta askeri güçlere ve dengelere yerleşmesinin 2000’li yılların başlarında gerçekleştiğini söyleyebiliriz.
Savaş taktikleri ve stratejilerinde çığır açan bu yeni teknoloji hem düzenli orduların hem direniş örgütlerinin savaş tarzlarında köklü değişimler yaratmıştır.
Nasıl ki, demirden silahlar, atlı arabalar, geniş ve uzun yolculuğa dayanıklı gemilere eşlik eden küçük toplar, surları parçalayan dev toplar, yivli ateşli silahlar, motorlu kara taşıtları, uçak, helikopter vs. savaş strateji ve taktiklerinde köklü değişimler yarattıysa dron ve füze teknolojileri de böylesi bir etki yaratmış durumdadır.
Füze ve dron teknolojisi, II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda stratejik öneme kavuşan hava saldırılarının/kuvvetlerinin yeni bir boyuta taşınmasını sağlarken; Vietnam’ın ABD tarafından işgali sırasında helikopterin savaş silahı olarak kullanılmasıyla doğan taktiksel üstünlüğü, hava saldırıları açısından yeni bir zirveye taşımıştır. 10 bin kilometre (km)’ye kadar menzili bulabilen füzeler ile hem havadan gözetlemede hem nokta atışlı saldırılarda kullanılabilen dronlar, zaman mekân ve bedenin sınırlılıklarını -geçmişe nazaran- daha fazla aşarak çok hızlı ve etkili saldırılar gerçekleştirmeyi mümkün kılıyor.
Bu açıdan füze ve dronların, böylesi bir istemin/mücadelenin zirvesini temsil ederken, geçmiş savaş teknoloji ve tarzlarıyla kıyaslandıklarında, büyük bir gücü çok hızlı ve etkili şekilde kullanmayı sağladığı ve devletli/sınıflı toplumlara içkin olan güç savaşlarını yeni bir boyuta taşıdığı malum.
İnsan/asker kaybını saldıran taraf için minimize eden bu yeni saldırı taktiği, ani, etkili, hızlı ve habersiz/baskın olabilmesi dolayısıyla sadece fiziki tahribatla yetinmeyip; psikolojik üstünlük de yaratabiliyor. Öngörülemeyen saldırıların (baskınların) yarattığı psikolojik tahribat, bazen fiziki saldırılardan daha fazla etkili olabiliyor. Tüm savaşların nihai hedeflerinden birisi olan irade kırılmasının veya tüm askeri birimleri bir arada tutan güven; inanç, ortak ideallerin zedelenmesinin sonuçları fiziki saldırılarından daha yıkıcı olabilir. Teknoloji, hiçbir zaman savaşın amaçlarını etkilemez sadece sonuçlarını etkileyebilir. Savaşan her zaman insanlardır; güç hırsıdır ya da direniş ruhudur, silahlar ve teknolojiler bunun birer aracıdır.
Bu açıdan füze ve dron saldırıları fizik tahribatın yanı sıra, askeri safları psikolojik olarak yıpratma ve bozgunculuk yaratma gibi işlevlere de sahip olabiliyor.
Füze ve dron teknolojisi askeri uydulara bağlı şekilde dünyanın dört bir tarafında nokta operasyonu/saldırısı gerçekleştirebilmesi dolayısıyla büyük bir taktiksel üstünlük ve caydırıcılık da sağlayabiliyor.
1990’larla birlikte düzenli orduların giderek daha fazla elektronik teknolojisiyle donanmasıyla birlikte daha merkeze, hızlı, etkili kumanda/yönetim sağlandığı söylenebilir. Ancak bu merkeziyetçi gücün artışı büyük bir zaafı/güçsüzlüğü de ortaya çıkartmıştır. Askeri uyduların yörüngede uygun konumlara gelmesinin yarattığı sınırlılıkların yanısıra, elektronik cihazların hacklenmesi riski bu merkeziyetçi gücü tehdit ediyor. Bu risk füze ve dronlar için de geçerlidir.
Buna rağmen devletler bu tür teknolojilerin sadece güçlü yanlarını propaganda ederek güç istemini ve caydırıcılığı diri tutabiliyor. Askeri uydularla eşgüdümlü çalışan bazı dronlar, yüksek görüntüleme teknolojisi aracılığıyla istihbaratta da çığır açmıştır. Tespiti zor olabilen dronların binlercesinin, tek bir dizüstü bilgisayarla, senkronize edilebilmesinin (yeni yıl gösterilerinde defalarca gördüğümüz gibi) yarattığı endişeyi giderebilen hiçbir devlet veya düzenli ordu bulunmuyor.
Yaklaşık iki karışlık küçük (ve hemen her şehirden temin edilebilen) dronlara tabanca, el bombası, tuzaklı bomba, uzi, keleş vb. silahların takılıp uzaktan kumandayla aktive edilebilmesi, suikast dahil yeni saldırı türünün ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu tür saldırılar bir insana yönelik olabileceği gibi havaalanı dahil birçok tesis ve binayı tehdit ediyor.
ABD ordusunun bu tür dron saldırıları için kartal eğitmesi, bu riske karşı teknolojik bir alternatifin hala bulunamadığının göstergesi olarak okunabilir. Kontrol edilemeyen güç, özellikle düzenli orduları ve devletleri her zaman endişelendirir, ürkütür. Bu yeni teknolojiler, büyük avantajlar, taktiksel üstünlükler sağlasa da büyük belalar ve zayıflıklar da yaratabiliyor. Özellikle devlet ve sistem karşıtlarının elinde bu yeni teknolojiler, taktiksel ve psikolojik üstünlük sağlamada etkili olabiliyor.
Füze ve dron teknolojisinin pek çok sorunu/zayıflığı daha bulunuyor. Özellikle füzelerin çok maliyetli oluşu az sayıda devletin bu teknolojilere sahip olmasına sebep oluyor. 10 bin km’yi aşan füzeler sadece ABD-MD, Rusya Federasyonu Merkezi Devleti ve Çin Devleti’nde bulunurken; 3 bin km’yi aşan füzeler çok maliyetli olduğundan, saldırıdan ziyade hala caydırıcı güç olarak resmi törenlerde gövde gösterilerinde öne çıkabiliyor.
Füze, dron, uydu teknolojisiyle savaşta yeni bir dönem
Askeri güç ve savaşı, siyasetin devamı sayarsak, siyasi gücün daima ekonomik güçle bağıntılı şekilde büyüyebildiğini de kabul edebiliriz. Bu çerçevede füze teknolojisinin, ekonomisi güçlü devletlerce daha etkili kullanılabildiği rahatlıkla söylenebilir.
Füze maliyetini göze alabilmek sorunların bittiği anlamına gelmiyor. Füze büyüdükçe maliyeti gibi menzili ve etkisi de artıyor. Ancak sınır ötesi füze
saldırıları için başka devletlerin egemenlik alanına giren hava sahalarını kullanmak gerekiyor. Bir devlet, hava sahasını kapatırsa, füzeler yol alamaz; almayı zorlasa da vurulurken Ortadoğu gibi gerilimli bir bölgede uzun menzilli füzelerin böylesine “ulaşım” sorunu bulunuyor. Suriye, İsrail Devleti’ne düşman olduğundan, İran’a yönelik füze saldırılarında kendi hava sahasını kullandırtmıyor.
S.Arabistan, İsrail’i henüz yeni tanıdıysa da, kendi tabanı ve öteki Müslümanlardan çekindiğinden İsrail Devleti’ne kendi hava sahasını kullandırmakta çekingen davranıyor. Hava sahalarının egemenlik sınırları içerisinde yer almasının yarattığı sorunu uzaya füze atışı yapmak suretiyle aşabilen bazı devletler/ordular olsa da bunların sayısı üçü geçmiyor.
10 km menzili bulunan bu füzelerin maliyetinin çok yüksek oluşunun yanı sıra isabet oranları, diğer füzelere göre, daha düşük olmasının yarattığı sorunlarla baş edemiyorlar.
Böylece bu uzun menzilli füzelerin, daha ziyade caydırıcı etkileriyle askeri politik dengelerde yer almaya devam ettiği söylenebilir. Nükleer başlıklı uzun menzilli füzeler söz konusu olduğunda ise farklı sorunlar ortaya çıkıyor. Nükleer silah, savaşın esas hedeflerinden birisi olan irade kırımı yerine canlı-cansız ayrımı olmaksızın büyük bir yıkım getirerek pazarı da yıkıyor.
Savaşların pazar için ve güç için yapılması, bu yıkımın kendisini değil de, olabilme ihtimaliyle ortaya çıkan korku ve caydırıcılığın öne çıkmasını sağladığından nükleer başlıklı füzeler de hala caydırıcılık niteliğiyle öne çıkıyor. Özellikle hidrojen bombasının yıkıcı etkisinin rüzgarla yayılıp müttefiklere ya da bombayı kullanana ulaşabilmesi dolayısıyla bu füzeler yıkıcı etkilerinden ziyade caydırıcı etkileriyle siyaset sahnesinde yer almaya devam ediyor.
Hava sahasının yarattığı sorunlar birisi de onlarca, yüzlerce füze veya drona karşı hala etkili savunma yaratılamaması sonucu, demir kubbe gibi füze savunma sistemlerinin bile hava sahasının güvenliğini tam olarak gerçekleştirememesidir. Hava sahasının sınırı, henüz devletler arası hukukta belirsizdir. Denizlerde 6 mil olan egemenlik sınırı (kıta sahanlığı), havada belirsizleştiğinden dolayı yeni füzelerin hangi irtifada egemenliği ihlal ettiğine dair ortaklaşma bulunmamaktadır.
Zaten 10 km irtifadaki bir füzeyi vurabilen sadece üç devletin bulunuşu, bu konudaki kuralı bu devletlerin fiilen koymasını sağlayabiliyor. Yine de hava sahasının kullanımında diplomatik kaygılar sürekli öne çıkabiliyor.
Bu diplomatik kaygıları zirveye çıkaran bir sorun da füze ve dron teknolojisiyle, bunlara karşı kurulan hava savunma sistemlerinin, dünyanın her tarafında doğru, her saniye yüzlercesi gerçekleşen, sivil havayolu uçuşlarına/uçaklarına karşı risk taşımasıdır. İran Devrim Muhafızlar Ordusu’nun füze sanıp vurduğu Ukrayna’ya ait bir yolcu uçağındaki bütün yolcuların hayatını kaybetmesi, bütün öteki devletlerin ve düzenli orduların bu yönlü kaygılarını diri tutmaya devam ediyor.
Her saniye yüzlerce uçağın geçtiği bu hava sahalarında füze ve dronları kullanmanın yarattığı risklerle baş edebilecek bir teknoloji veya yöntem hala bulunamadığından dolayı bu teknolojiler hem sınırlı hem de “haberli” kullanılabiliyor.
İsrail ile İran arasındaki on bir yıldır süren füze saldırılarında danışıklı dövüş algısı oluşmasını sağlayan bu sorun çözülemediğinden, her iki devlet yoğun füze
saldırısı (misilleme) öncesi -hasmına değil de- hegemon devletlere ve büyük havayolu şirketlerine haber vererek uçuş trafiğinin kısa bir süre durmasını ya da yön değiştirmesini sağlamıştır. Bu zorunluluk, yüzlerce füzenin, radarda uçak veya dronlardan ayırt edilememesi sebebiyle yaşanırken; saldırıların misillemeyle sınırlı ve tabanları konsolide etmeye odaklı oluşu dolayısıyla da böylesi haberli “baskın”ın yaşandığı söylenebilir.
Baskın gibi kadim saldırı tarzının en önemli/etkili özelliği habersiz oluşu iken füze ve dronlarla yapılan baskın saldırıların bu kadim özelliği rafa kaldırdığı söylenebilir; bu durumun baskın tarzının etkisinin çok farklı noktalara kaymasını sağladığı da söylenebilir.
Dünya ticaretinin yaklaşık dörtte üçü deniz yoluyla gerçekleşse de insanların (ve kargoların) en hızlı değiştirmesini sağlayan ulaşım aracı uçaklar olduğundan ve turizm, ticaret, ziyaret, iş ilişkileri vb. açısından uçaklar öne çıktığından dolayı kapitalist üretim ilişkilerinde ve tarzında uçaklar, insanın dolaşım sistemi gibi önem arz ediyor.
Haliyle füze ve dron taktiği ve teknolojisinin bu dolaşım sistemine zarar vermeden etkili olabilmesinin henüz tam olarak sağlanabildiği söylenemez.
İsrail-Lübnan sınırında yoğun şekilde kullanılabilen füze ve dronlar, tünel veya sokaklara serilen brandalarla görece pasifize edilebilirken; küçük ve yüzlerce dronun aynı anda saldırmasına karşı füze savunma sistemleri yetersiz kalıyor. Lübnan Hizbullahı’nın kendi imal ettiği ve 40 km menzile ulaşabilen roketler de demir kubbeyi sık sık delebiliyor.
Sivil kaybın göze alınamadığı durumlarda füze ve dronun etki alanı iyice daralabiliyor. Bu sebeple füze ve dronları dar alandaki kullanımını etkili kılabilmek amacıyla direniş örgütlerinin ya da devlet düşmanı ilan edilenlerin kadrolarına yönelik saldırılarda öne çıktığı söylenebilir. Özellikle direnişlerin önder kadrolarının hedef alınabilmesi dolayısıyla bu teknoloji çok etkili olabiliyor.
Yine de direniş örgütleri bu yeni teknolojiye karşı, “karşı teknoloji” kullanarak tedbir alabiliyor. Daha düşük düzeylerde dron füze ve roket teknolojilerini kullanan direniş örgütleri, yeni teknoloji kullanırken karşı savunma geliştirmek için de çaba harcamaktadır. Bazı direniş örgütleri, dron ve füze teknolojisine karşı tümel sistemi geliştirdiler.
Vietnam’da da etkili şekilde kullanılan tünel taktiğinin tarihini, ilk Hıristiyanların saklanmak için Kapadokya’da inşa ettiği tünellere kadar götürebiliriz. Ortadoğu’daki tünel ağları çok geniş olduğundan dolayı bazı kolları yıkılsa bile tümden tasfiye edilemiyor; böylece füze ve dron teknolojisine karşı en etkili taktiklerden birisi olmaya devam ediyorlar.
Füze ve dron teknolojisinin önder kadroları hedef almasına karşı çok etkili ve basit yöntemler geliştirebiliyor. Lübnan Hizbullahı’nın eski teknoloji olan çağrı cihazlarını kullanması nokta operasyonlarını işlevsiz kılabilmiştir. Çağrı cihazlarının içerisine Mossad’ın patlayıcı koyup aynı anda patlatması, bu yöntemin değil; uygulanma biçimini (temin etmedeki güvenlik tedbirlerinin zayıflığını vs.) sorgulatır.
Her yeni taktik ve teknik özellikli savaş alanında kendi karşıtını yarattığından dolayı bu saldırıları tek taraflı değerlendirmemek gerekir. Nokta saldırılarını dronlarla (insansız hava araçlarıyla) gerçekleştirmeyi mümkün kılan akıllı telefonların (GPS’li telefonların) kolayca manipüle edilebildiği hatırlanırsa; numara/telefon değişimiyle bu saldırıların bertaraf edilebilmesinin mümkün/basit olabildiği görülebilir.
Dronların vurduğu nokta, insan değil; telefon yani GPS verici bir elektronik cihazdır. Takip edilen de bu cihazdır. Elektronik cihazlar manipüle edilebildiğinden hata riskini ziyadesiyle taşırlar ve çok basit elektromanyetik şoklara/bombalara karşı tamamen savunmasızdırlar. Hackerlarca ele geçirilme ihtimalleri, dronların en zayıf taraflarından birisini oluşturuyor.
Ortadoğu’nun direniş örgütlerinin yeni teknolojilerde giderek daha etkili olabilmesi (Demir Kubbe’yi hackleyen Hamaslı militanının CIA ve Mossad’ın en çok arananlar listesine aniden “yükselmesi”ni buna bağlayabiliriz) dron ve füze saldırılarının gücünü zayıf kılabiliyor.
Düzenli ordular ve devletler, yeni teknolojilerin genelde abartılı resmini yayarak ne kadar güçlü olduklarının propagandasını süreklileştirseler de her yeni teknoloji/silah zayıflıkları ve sınırlarıyla var olabilir. Füze ve dron teknolojisi, nokta operasyonları veya askeri tesisler, binalar, altyapı vb.yi yok etme açısından öne çıkabilse de bu taktiksel üstünlüğün, henüz devletlerin propaganda ettiği kadar büyük bir üstünlük olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Füze ve dron teknolojisinin saldırı amaçlı taktiklerde kullanılmasında pek çok sorun/kısıtlılık bulunuyor.
Bu teknolojilere karşı etkili savunma sistemlerinin hala geliştirilememesi stratejik bir zafiyet yaratmaya devam ediyor. Bu durum füze ve dronların, caydırıcılık etkilerinin daha fazla öne çıkartılmasını sağlayarak zihinlerin manipüle edilmesinde etkili olmalarını sağlayabiliyor. Bu yönüyle devletlerin, hükümetlerin, orduların kendi tabanlarını konsolide etmek kullanılan etkili propaganda aracı olarak da işlevlenebiliyorlar.
Taktiksel üstünlüğün psikolojik üstünlük yaratmasının ve kadro eksenli yıpranma/kayıp sağlamasının önüne geçebilecek taktikler, bu yeni teknolojilere daha fazla vakıf olabilmek ve zayıf yönlerini açığa çıkartmakla biçim alabilmektedir. Bunlar kadar önemli bir nokta da yeni teknolojilere dayalı propagandaların zihinleri teslim almasına karşı mücadeleyi de ana eksene yerleştirmek ve bilim ile teknolojide daima gelişkin olmanın gerekliliğidir. Savaşın muharebe (çatışma) kısmı, her zaman en şiddetli ve yıkıcı kısmını oluştursa da daima en kısa süren kısmıdır.
Savaşın büyük kısmının muharebeye hazırlıkların yanı sıra zihinsel/bilişsel hazırlıklarla ve bu yönlü mücadelelerle geçtiği görülebilir. Teknolojik gelişmelerin ve bilimin iktidarın en etkili araçları arasında yer aldığı hatırlanırsa, bu araçları halkların yararına dönüştürme mücadelesinin günümüz açısından en önemli görevler arasında yer aldığı görülebilir.