Adını ilk defa Ali Türker Ertuncay’ın “Görülmemiştir” isimli kitabında okudum. Kadıköy’de güzel havanın tadını çıkarırken her zamanki gibi Mepisto’ya uğramadan edememiş ve kitapları karıştırmaya başlamıştım. Özellikle son çıkan kitaplar ilgimi çekmişti. “Görülmemiştir” de bunların arasındaydı. Kitabın sayfalarını karıştırırken bir bölümde adını okudum ilk olarak, bir de fotoğrafını gördüm. Evet, ilk defa orada tanıdım seni. İnce uzun boyunla, siyah beyaz çekilen fotoğrafta epey de yakışıklı duruyordun.
Hani 70’lerin deyimiyle adeta bir jön gibiydin. Sonrasında ilk fırsatta seni yoldaşlara sorduğumu hatırlıyorum. Böylece senin, insanı sarsan, ağır öykünü öğrenmiş oldum. “Görülememiştir” kitabından okuduğum bölümün ve eleştirilerin haklı olduğunu da yoldaşlarla yaptığım sohbetten öğrenmiştim.
Hikayen herkesinkinden farklıydı. 1980’de aniden ortadan kaybolmuş ve geçen süre içinde senden bir daha haber alınamamıştı… 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası koşullarında yoğun gözaltı ve tutuklama operasyonlarını takip eden günlerde senin durumun bilinmezliğini korumuş… Anlatılanlar böyle…38 yıldır sesini ve kimliğini, adresini arayan bir çığlık senin ki. 38 yıldır ödenmesi gereken, zaman geçtikçe büyüyen, büyüdükçe daha sancılı ve yakıcı hale gelen bir acı.
Sana dair yeni şeyler duydukça, toprağın altından usulca seslenişini, unutulmaya karşı öfkeni duyar gibi oluyordum. Evet yoldaş, artık idealleri için dövüşüp toprağa düştüğün evindesin. Gönüllü disiplini altında, yüreğini, bilicini ve ömrünü verdiğin partine kavuştun ya da partin 38 yıl aradan sonra sana olan vefa borcunu ödedi. Bundan sonra ismin saklı kalmayacak, ödediğin bedeller zamanın yapraklarıyla rüzgârda savrulup gitmeyecek, solmayacak. Çünkü sen şimdi 38 yıl aradan sonra bir kez daha ideallerini büyüten, bugünlere taşıyan yüzlerce şehit yoldaşının yanında hak ettiğin yerdesin.
Evet yoldaş, bundan böyle ilham ve güç kaynağımız, zaferimizin teminatı şehitler ordumuzun bir sıra neferi olarak yaşayacaksın. Yarattığın değerlerle anılacak, bu değerler genç kuşaklara birer deneyim olarak aktarılacak, seni aramızdan alan cellatlara inat bugün bizde yaşayacak, yoldaşlarının gözbebeği olacaksın. Direnişin ve yaşamınla yoldaşlarını onurlandırdın, bize düşen sana olan vefa borcumuzu ödemektir.
Bu yazıyı sana dair bulabildiğim bölük pörçük bilgileri paylaşmak, seni herkese anlatmak için yazıyorum. Kuşkum yok ki hak ettiğin yerde, gökyüzündeki zafer anıtı arasındaki yerini almanla sana dair anlatımlar, yaşamının derinliklerine dair bilgilerde daha fazla paylaşılacaktır.
Maarif Koleji’nden Gebze işçi mahallesine…
Murat yoldaş, dedim ya son derece yakışıklıdır. Belki de uzaktan ilk göze çarpan özelliği budur. Belki onu tarif ederken, “şöyle uzun boylu yakışıklı bir genç görünüz mü?” sorusu yetecek kadardır.
Sadece yakışıklı değil aynı zamanda güler yüzlüdür. Kadıköy’de bulunan Maarif Koleji’nde (bugünkü Kadıköy Anadolu Lisesi) tanışır devrimci fikirler ve de Kaypakkaya ile. Dönemin atmosferi içinde için de hızlıca gelişir, politikleşir ve aktif mücadeleye katılır. Okulda ve aynı sınıfta kendisi gibi pek çok devrimci vardır, birçok da yoldaşı.
Murat bir süre burada faaliyet yürütür sonrasında yeni görev yerine geçer. Burası fabrikaları yoğun ancak hala köy havasında olan ufak bir yerdir. Gebze Murat’ın yeni faaliyet bölgesidir. Burada halkla yoğun ilişkiler kurar. Genel olarak sevilen, kitle ile ilişkilerinde başarılı bir devrimcidir. Diğer yandan son derece kararlı ve militan bir yapısı vardır.
Oldukça varlıklı bir ailenin çocuğu olmasına ve onların baskı ve ısrarlarına rağmen devrimci mücadeleden kopmaz. Hatta bu yüzden ailesiyle ilişkisi de oldukça zayıftır. Bir dönem tavır almıştır onlara. Gebze’de illegal yayın dağıtımı, fabrika ve semt çalışması, gece yazılamaları, devlet güçlerinin ve sivil faşistlerin cezalandırılması, kamulaştırma vb. eylemlerin içinde yer alır. Partinin örgütlü bir militanı olarak gece gündüz demeden koşturandır.
Murat (Haydar) politikaya son derece ilgilidir, analiz yönü gelişkindir. Sözgelimi, bir gün yoldaşları kamulaştırma için bir istihbaratla gelirler. İstihbaratını topladıkları yer varlıklı bir doktorun yeridir. Yoldaşları doktorun durumunun iyi olduğunu bu yüzden muayenenin kamulaştırılabileceğini söylerler. Murat ise bu duruma karşı çıkar. Sorunu doktorunun ekonomik durumundan öte sınıfsal konumuyla açıklar. Doktor, devrimimizin müttefiki olabilecek bir sınıfa mensuptur. Onunla bu şekilde ilişki kurmayı denemek varken kamulaştırma yapmayı genel devrim perspektifine uygun bulmaz. Böylece bölgede faaliyet yürüten militanların birçoğunun baskısına rağmen bu kararı iptal ettirir.
Murat politik olduğu kadar eylemlerde militan bir duruş sergiler. Parti bölge örgütü halka yönelik bir ajitasyon/propaganda faaliyeti planlar. Bu kapsamda bölgedeki kahvehaneler girilerek ajitasyonlar yapılır. Bir grup içerde ajitasyon yaparken başka bir grupta dışarıda silahlı bir şekilde güvenliği sağlar. Ajitasyonu çeken Murat’tır. Kahvede yapılan ajitasyon oldukça ilgi çeker. Konuşma bittikten sonra TİKKO militanları dışarı çıkar. Bu arada kahvedekilerden biri yetişerek kahve sahibinin devrimcilerin arkasından küfür ettiğini, hakaretler yağdırdığını söyler. Bunun üzerine militanlar geri dönmeye karar verirler. Murat’ın önderliğinde yeniden kahveye silahlarla girerler. Küfür eden ve devrimcilere hakaret eden kahve sahibini bulurlar ve yaptığının hesabını herkesin gözü önünde sorarlar. Bu durumu gören iki polis militanların silahlarını görünce ortadan kaybolur. Bu polisler 12 Eylül’den sonra bu eylemdeki tutumlarından dolayı sürgün edilecektir.
Başka bir gün ise 18 Mayıs vesilesiyle, Gebze merkezde gündüz silahlarla yapılan bir eylemden sonra en işlek caddeye TKP/ML TİKKO imzalı pankart asılır. Bu ve buna benzer çok sayıda örnek vardır. Özellikle halka zulmeden polis ve sivil faşistlere yönelik cezalandırmalarla işçilerin ve bölge halkının partiye daha fazla yakınlaşması sağlanır.
Sözünü ettiğim kahvehane sahibinin cezalandırılmasından sonra -ki Murat burada öne çıkmıştır- Murat üzerinde illegal bildiriler olduğu halde bir yoldaşıyla görüşmek üzere randevuya gider. İşte bu onu yoldaşlarının son görüşüdür. Bir yoldaşı ailesini arar. Birlikte karakola giderler. Ancak buradan bir şey öğrenemezler. Ne var ki karakol önce yakın zamanda bulunan birinden söz eder gibi olur ancak sonra bu beyanını reddederek, “bilgimiz yok” söylemine sığınır.
Murat’ın sıkıyönetim koşullarında bölgede eylemlerin sürdüğü özellikle de sivil faşist unsurun cezalandırıldığı olaydan hemen sonra hem de üzerinde illegal bildirilerle randevuya giderken ortadan kaybolması aslında faili hakkında da yeterli ipucu veriyor. Zira Murat’ın mücadeleye dair duruşu net ve yoldaşlarına bağlılığı bilinen bir gerçektir.
12 Eylül cuntası olunca yaşanan gözaltı ve tutuklamalarla bölge örgütlülüğü dağılınca Murat’ın durumunu sistematik bir şekilde araştırma şansı da ortadan kalkar. Ne var ki 80’lerin sonlarına doğru faaliyetin yeniden gelişmesiyle birlikte Murat yeniden gündeme gelir ama akıbeti yoğun iş temposuna kurban olur. Nihayetinde 90’ların ortasında aile bir kayıp ilanı yayımlar. Böylece Murat’ın hayatta olmadığı resmiyet kazanmış oldur. Murat, 12 Eylül AFC’siyle gelişen ve özellikle de 90’larla birlikte sistematik bir hal alan gözaltında kaybetme politikasının belki de ilk kurbanlarından olmuştur. Açık ki devlet, Murat’tan istediğini alamamış, devrimci bir iradenin duvarına toslamış çareyi de onu katletmekte bulmuştur. Murat Bileydi yoldaş, partisinin de ifade ettiği gibi geçte olsa şehitler kervanımızdaki yerini almıştır.
Murat yoldaş nasıl demeli bilemiyorum? Yoldaşlarının arasında hak ettiğin yerdesin artık…
Hoş geldin yoldaş, bizi onurlandırdın!
(Bir yoldaşın)