Proletarya Partisi’nin ilk şehitlerinden ve halk ordusunun ilk komutanı olan Ali Haydar Yıldız’ın ablasını ziyaret ediyoruz Ocak ayı ziyaretleri kapsamında. Karşılaştığımız an ilk olarak Ali Haydar’la benzerliğine şaşırıyoruz. Sonra Ali Haydar’ı dinliyoruz abla Zahide Ana ve ablanın eşi Mahmut Amca’dan… Çocukluğundan bahsediyorlar. “Boyu kısa idi. Saçları kıvırcıktı. Saygılıydı, insanları çok seviyordu. Okumayı seviyordu. Her şeyi ile çok değişik bir insandı. Çok çalışkandı. Acıma hissi çoktu, çocukları çok seviyordu. Kimin ihtiyacı olsa koşardı. Ne olursa olsun yetişirdi. Hep böyleydi. Sevecen bir insandı.”
Ablası Ali Haydar’ın öğretmenleri tarafından da çok fazla sevildiklerini anlatarak, Maraşlı bir öğretmeninin anlatımlarına yer veriyor; “Çocuklara diyordu gidin Ali Haydar geldi onu alın. Ali Haydar’a da sen çok büyük adam olacaksın, ama ben göremeyeceğim” dediğini ifade ediyor. “Sanki özel bir insandı. Hepimize karşı saygılı ve sevgiliydi. Elazığ’da bir komşumuz var. Kadının eşi asker, okuma yazma bilmiyor, onun mektuplarını yazıyordu, okuyordu kendisine. Şimdi kadın hep ağlıyor ona. Her lafı olunca ağlıyor. Diyor ki o bizim her şeyimizdi. Herkese öyleydi. Nazimiye’de gitmediği yer yok. Her yer onun evi idi. Her kapıyı açtırıyordu kendisine. Sevecen birisiydi. Arkadaşları demiş o gidince biz aç kalmayız. Herkes ona veriyordu. Diğerlerine vermiyorlarmış. Tanımadıkları için. Ali Haydar’ı çok seviyorlarmış. Bir gün gelmiş eşimin annesi tutmuş kendisine kömbe yapmış. Demiş al götür. Derlerse ki sen nereden geliyorsun. Söyle bizde addettir kömbeyi ablama götürüyorum” diyor Zahide Ana ve Ali Haydar İstanbul’da üniversiteyi kazandığını ama okumayı seçmediğini anlatıyor.
Annelerinin Ali Haydar’ın acısından felç geçirdiğini ve 3 sene felçli kaldığını anlatan Zahide Ana; “Mezarı Elazığ’da, Hüseyinik’te. Şehitlik diyorlar oraya. Kaç kez kırdılar, yeniden yaptırdık. Onun mezarını da bizim arkadaşlar yaptı. Onun mezarında ağaçları söküp atmışlar” diyerek devrimcilerin ölülerine bile olan devlet düşmanlığını anlatıyor.
Ali Haydar’dan önce annesinin birçok kez doğum yaptığını ama her seferinde çocukları öldüğü için hayata tutunan Ali Haydar’ı nazlı büyüttüğünü söylüyor; “Bu dağa çıkmış. Çok nazlıydı. Ondan sonra dedim o yerde yatıyor, ben nasıl yatakta yatarım! Belki de o betonlarda yattı. Dedim ben de yatmayacağım o zaman yatakta. Nasıl yatayım?”
“Bizim düşüncelerimizi gerçek kılmak için mücadele ettiler ve şehit düştüler”
Sonra sözü Mahmut Amca alıyor ve “Üzülmenin bir gereği yok. Onlar şehit düşmüşlerdir. Bizim düşüncelerimizi gerçek kılmak için mücadele ettiler ve şehit düştüler” diyor. Bugün bir yoldaş şehit düştüğünde cenazesine sahip çıkılabildiğini söyleyen Mahmut Amca, kendi dönemlerinde öyle olmadığını ve Ali Haydar’ın cenazesini birkaç akraba ile aldıklarını söylüyor.
Ali Haydar’ın “Biz yapacağız, biz kazanacağız” dediğini anlatan Mahmut Amca, Ali
Mahsuni’yi çok sevdiğini ve dinlediğini söyledi. “Bir gün Ali Haydar istedi ‘Erim erim eriyesin, çölden çöle gidesin’i istedi. Koydum. Toplum polisleri vardı o zaman. Geldiler bu plağı kaldıracaksın yasaklı bunlar dediler. Dedim müşteri istedi, ben de koydum. Bugün çalsın bir daha çalma deyip gittiler” dedi.
Ali Haydar, faşist cellatlar tarafından katledildiğinde onun cenazesini almaya giden Mahmut Amca olmuş. Amca yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Benim dükkâna gelip alışveriş yapan bir hemşire vardı. Çok üzgündü kadın. ‘Niye’ dedim. Dedi ki ‘hep acı olaylar benim nöbetime denk geliyor. Bu gece bir genç vurulmuş. Getirdiler onun otopsisine girdim. Üstü başı hep kan içinde.’ Sonra sabah oldu, anons ettiler ‘Şu şu fiziki yapıda bir cenaze var hastanede. Gelip baksınlar tanımak isteyenler, sahip çıksınlar’ diye. Benim dükkânım karşısında Gavur Ali vardı. Kemal Burkay’la işçi partisinde. Sol görüşlü birisiydi. O gitti hastaneye geldi. Gittim yanına sordum. ‘Yav’ dedi ‘ben o çocuğu görmüşüm’ dedi.
Ben o arada kalktım, dedim gideyim, bakayım. Direkt savcılığa gittim. Dedim ki ‘Bizim bir tanıdık vardı. Aranıyor olabilir.’ Aslında aranmıyor. Neyse tuttular, bana fotoğrafları gösterdi, emniyet müdürü oradaydı, savcının yanında. Baktım o. Bakmama rağmen dedim ‘emin olamadım.’ Gittik hastaneye baktık, tabii Ali Haydar. Çocuğu getirirken, cenazesi donmuş. Vartinik uzak bir yer. Oradan ne hallerde getirmişler! Çekerek getirmişlerdir yoksa sırtlayarak getirmeleri mümkün değil.
Ne yapalım, ne edelim dedik. O ara Dersim’de araç falan da yoktu. Akrabaların bir taksisi vardı. Akşam oldu, babası çıktı geldi. Eve götürdüm. Dedim ki ‘Bu hastanede bir cenaze var. Ali Haydar olabilir. Tabii o arada duydu ablası. Duyunca eyvah etti. Sonra aldım emniyete gideceğiz. O ara lapa lapa kar yağıyor.
Babası dedi ki ‘ben cenazeyi görmek istiyorum.’ ‘Siz’ dediler ‘ölenin babası mısınız?’ ‘Evet’ dedi. Üzerinde beyaz bir bez vardı. Bezi kaldırdık. Yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya kadar süzdü. ‘Benim iki tane daha Ali Haydar’ım var’ dedi. Sonra sabah oldu. Kimse cesaret edip gelmiyor bile. Cenazeyi aldık, buradan götürdük Elazığ’a. Defnettik. Cenazeye hiç kimse gelmedi. Elazığ mezarlığına götürdüğümüz zaman sadece kapı komşular geldi. O zaman öyleydi.”
“Yaralı güvercin tilkinin önünde…”
Mahmut Amca, Ali Haydar şehit düştükten sonra faşist eli kanlı katil Fehmi Altınbilek’in İbrahim Kaypakkaya’nın peşine düştüğünü ve gittiği her köyde terör estirerek İbrahim’i görür görmez kendilerine haber vermelerini istiyor, vermedikleri durumda ise köyleri yakmakla tehdit ediyor. Mahmut Amca, İbrahim’i katillere teslim edenlerden muhtarın eşinin bu duruma karşı çıktığını anlatarak, kadının “Bırak kendi başına nereye gidiyorsa gitsin! 38’de Haydaranlılar olarak bizim bir şerefimiz vardı, ama şimdi yaralı güvercini nasıl getirip tilkinin önüne atıyorsun!” dediğini söylüyor.
Zahide Ana ve Mahmut Amca ile duygusal anlar yaşıyor ve her birimiz başka bir acı ve öfke içerisinde ayrılıyoruz yanlarından.