BİR PARTİZAN | Halkların isyanı faşizmi yıkacak!

Gündemimizden düşmeyen ve uzunca bir sürede düşmeyecek gibi görünen Ortadoğu, yine faşizmin müdahaleleriyle tartışılması gereken en önemli konu başlıklarından. Özellikle Ortadoğu’daki gelişmelerin Türkiye’yi ne kadar etkilediğini görmemiz açısından önemli bir süreçten geçiyoruz.

Rojava’da devrim nasıl Türkiye’yi etkisi altına aldıysa, şimdi de Efrin’deki kazanımlara yapılan saldırılar aynı şekilde coğrafyamızı etkiliyor.  Savaş boyutlandıkça daha da azgınlaşan faşizm, devrimci, demokrat ve yurtseverlere yönelik saldırıları artırarak devam ettiriyor. Efrin kelimesini ağzına alanlar dahi şafak operasyonlarıyla gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Tutsak edilenlerin sayısı gittikçe artarken, Kılıçdaroğlu’nun deyimi ile “adaletin taze bittiği ülkemizde” mahkemeler ceza yağdırmayı sürdürüyor. Sokaklar, meydanlar şovenizmin çığlıklarına teslim alınmaya çalışılıyor. TC devletinin ve müttefiklerinin yürüttüğü şovenizmin politikası ülkeyi kuşatmış durumda.

Yandaş medya, yayınlarında bas bas bağırıyor şimdilerde; “Kahraman” Türk askerinin Efrin katliamlarını. Binbir güzelleme ile tabi ki. Her dönemde faşizm politikalarının propagandasını yapan yandaş medyadan doğru “habercilik” bekleyemeyiz elbette ki. Aynı zamanda bu, faşizmin izin verebileceği bir durum da değil. Efrin’de saldırılar başladıktan sonra bölgeye girmeye çalışan muhabirlere “habercilik ilkelerine” uymaları karşılığında vize veren hükümet, nasıl haber yapmaları gerektiği de önceden ilan etmişti. Yapılacak haberlerin sınırlarını, 15 madde ile çizen TC, medyaya sansür politikalarını farklı bir boyuta taşımış oldu. Medya, üzerindeki bu baskı ile birlikte, halkın aklıyla dalga geçen haberlere her geçen gün bir yenisini ekleniyor. İnternet oyunlarından alınan görüntüler, sıcak çatışma haberleri olarak ileri sürülürken, eski görüntüler de son dakika haberi olarak TV kanallarını süslüyor. Bütün bu yalan haberlerin yanında, katledilen siviller QSD savaşçıları olarak yansıtılıyor. Hava bombardımanları ile şimdiye kadar bir sürü insan yaralandı, hayatını kaybetti, bir sürü aile yok edildi. Ama bizim gördüklerimiz askerlerin kaç aylık evli olduğu kaç çocuğu olduğu ve “yıkılan” ailesinin gözyaşları. Her gün binlerin uğurladığı(!) askerlerin cenaze törenin “görkemiyle” uyanıyoruz yeni bir güne. Methiyeler mi düzülmedi bu “yiğitlere” şarkılar türküler mi seslenmedi! (Görüyoruz ki şovenizm sarhoşluğuyla yalpalayanlar halkı da bataklığa çekmeye çalışıyorlar.) Ancak bizim de süreçteki politikamızla halk o bataklığa sürüklenmeyecek aksine faşizmi ve temsilcilerini karanlığa gömecektir.

 

“Asaletim de sizin olsun baylar, rezaletim de/Beni bir sütyen lastiğiyle asın!”

Ne çok okundu bu dizeler kadınların ardından. Biz ne kadar çıplaklığımızdan utanmıyoruz dedikse de, soydular giysilerimizi hep bir şeyler umarak. Savaşın ve saldırıların arttığı her süreçte olduğu gibi şimdi de kadınlara saldırılar azgınlaşarak devam ediyor. Bu zihniyetle daha önceden tanışıklığımız var. Kadın siyasetçilere saldıran, kadınları sokak ortasında öldüren, yakan ve failleri cezasız bırakan, bedenlerimizi teşhir eden ve onursuzlaştırmaya çalışan, parça parça eden aynı zihniyet. “Kadın mıdır kız mıdır, bilmiyorum”, “Hoşunuza gitmezse mırıldanırsınız” diyen aynı zihniyet! Devletler neden ilk kadınlara saldırır? Neden ölüm emri ilk kadınlara çıkartılır? Efrin’deki kadınların direnişine bakarak bu soruların cevaplarını rahatça verebiliriz. Ekin Wan’ın onurlu çıplaklığından biliyoruz ölü bedeni ile TC faşizminin dizlerini titreten kadınları. DAİŞ’i hezimete uğratan Arin Mirkan’ın direnişinden, Avestaların tecavüzcü çeteleri bozguna uğratan cesaretinden tanıyoruz.

Kobane’de DAİŞ çetelerini kadın direnişimizin üstüne salan, Efrîn’de tecavüzcü ÖSO çeteleri ile saldıran TC ne buluyor karşısında peki? Barin Kobane’nin onurlu çıplaklığını ve faşizmi yerle bir edecek olan kadın dayanışmasını? Cesaret kavramının bir bedende nasıl hayat bulduğunu gösteren kadınlar var şimdi Efrîn’de, kadın bilincini kuşanarak erkekliğe savaş açan, en büyük silahları, güçleri birbirinden aldıkları cesaret olan kadın savaşçılar. Hangi devlet veya faşizm durabilir ki bu gücün karşısında? Hangi silah verebilir bu haklılığın verdiği güzelliği? Devletin erkekliği yalnızca cephede çıkmıyor karşımıza. Mesela kadınların bu süreçteki en önemli görevi, evlatları, sevgilileri, kardeşleri üşümesinler diye atkılar, bereler örmek, aç karınlarını doyursunlar diye yemekler pişirmek, erkek devletin bekası için erkekçe savaşan Türk askerine! TC’nin kadınlara bahşettiği roller tabi ki bunlarla sınırlı değil! Gelen cenazelerin tabutları başında ağlamak, ölenleri devlete feda etmekte düşüyor paylarına. Keza erkekler cephede “yiğitçe” savaşırken kadın komandolar da görevlerini layıkıyla yerini getiriyorlar; “Bedenimiz burada yüreğimiz Afrin’de” sloganları ile destek oluyorlar Türk askerlerine. Bu savaş içinde TC açısından kadının konumunu görmüş oluyoruz böylelikle, hep erkeğin yolunu gözleyen, destekçisi olan ama asla yanında yürüyecek mertebeye ulaşamayan, yemeğini pişirip, çocuk doğuran kadınlar. O yüzdendir ki kadın savaşçılar böyle öfkeyle karşılanıyor faşizm tarafından “Kadınlara ve çocuklara bile silah vermişler” sözleriyle propaganda yapabiliyorlar yani. Direnen, savaşan kadın gerçekliğine alışabiliş değiller henüz, olmalarını da beklemiyoruz elbette. Onların çizdiği sınırların dışına çıkan, asla ait olmadıkları zincirleri parçalayan kadınlar var karşılarında. Efrîn’i özgürleştirecek olan da kuşkusuz ki o kadınların isyanı olacak!

 

“Kobane’de birlikte vardık, Efrîn’de mücadeleyi birlikte büyütüyoruz!”    

Faşizme ve erkekliğe batmış olanlar hız kesmeden açıklamalar yapmaya devam ediyorlar bir yandan da. “Ya Afrin yıkılsın ya da teröristler yakılsın” sözleri birçoğumuza özyönetim direnişlerinde aynın zatın şu sözlerini anımsatmıyor mu? “Taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmayın” gibi. Yine aynı zihniyet devletin başındaki Hitler karikatürü tarafından söylenen cümlelerle karşımıza çıkıyor: “Afrin’deki teröristler teslim olmazlarsa orayı da başlarına yıkacağız” diyor. Kürt ulusu başta olmak üzere direnenlerin kazanımlarına tahammül edemeyen zihniyet Efrîn’e saldırıyor. Faşizm nerede bir isyan ateşi görse, kepçeleri hazır bekletip yıkım emri veriyor görüldüğü gibi. Yalnızca TC değil tarihte birçok devlet alışkın aslında direnen halklara. Aynı şekilde halklar da faşizmin saldırılarına alışkın. Ama faşizm her seferinde şunu unutuyor: Direnme geleneği ile büyüyen bir halk var karşısında. “Teslimiyet ihanete direniş zafere götürür” sözünü şiar edinmiş savaşçılar var!

Efrîn aynı zamanda ilk kanton olduğu için oraya yönelmeleri tesadüf değil. Efrîn’de demokratik yönetimlerin kurulmuş olması, ulusların birlikte-iç içe yaşıyor olması faşizmin gözüne batıyor. Bunların yanında TC, Kürtlerin bir statü kazanmasını istemiyor. Kürt ulusunun gelişimi TC’nin gözünü korkutuyor ve bunu engellemeye çalışıyor. Kürtlerin Kürt coğrafyasının herhangi bir parçasındaki kazanımı elbette ki Türkiye’yi etkileyecektir. Saldırıların bir sebebini de Efrîn’in hem Kürtler hem Ortadoğu açısından önemli olan konumu oluşturuyor.

Efrîn direnişinde emperyalistler başrole oturtulmaya çalışılıyor. Sürekli emperyalistlerin müdahalelerini, TC’nin saldırılarının önüne geçilmesini beklemek, yürütülen şovenizm politikalarının çizgisine düşmektedir. Rojava’da taktik boyutta yapılan işbirliğini daha farklı yorumlamaya ve oradaki devrimci ve yurtsever güçleri, emperyalistlere ve onların politikalarına yedeklemeye yarayacaktır. Keza YPG yaptığı açıklamalar ile ABD veya Rusya’nın müdahalesini beklemediklerini ve onların gücüne değil halkın gücüne güvendiklerini defalarca kez belirtti. Şu anda Efrîn’de yaşanan gerçeklik de bu durumun ne denli haklı olduğunu gösteriyor. Aralarına düşmanlık tohumu ekilerek ayrıştırılmaya çalışılan ve daha kolay hükmedilir hale getirilmek istenen halklar, faşizme karşı birlikte mücadele ediyorlar. Efrîn’i, Kobane’yi savundukları gibi Arin Mirkan’ın direnişini giyinerek savunuyorlar. Efrîn’in esas sahibinin halklar olduğunu faşizmin yüzüne tokat gibi çarpıyorlar.

Şimdi devrimcilerin görevi direnen halkların yanında olmaktır. Daha önce de tanık olduğumuz gibi ulusların demokratik muhteva taşıyan, ilerici taleplerini görmezden gelmek, şovenizm politikalarını üretmekten başka bir şey değildir. Bu isyanları dışardan izleyip içerisinde olmadan üçüncü ağızdan anlatıcı konumunda olmak, perspektif sunmak devrim mücadelesinde bizleri geri düşürecektir. Tarihsel hatalara düşmemek için yapılması gereken direnenlerin arkasında olduğunu söyleyip bir yandan da şovenizm ile uzlaşmak değil, direnenlerin yanında omuz omuza savaşmaktır!

Efrîn’deki mücadelenin halkların lehine sonuçlanması için önemli etkenlerden birisi birleşik devrim hareketidir. Rojava Devrimi’nin bizlere gösterdiği gibi, birlikte mücadele Efrîn’de zafere ulaştıracaktır. Şimdiye kadar tüketilen, dogmatikleştirilen teorileri doğru yorumlamak en büyük yükümlülüğümüzdür. Önümüzde bu görevleri yerine getirmek kadar mühim bir başka görev yoktur. Faşizmin en alçak saldırılarına karşı bizleri ayakta tutacak olan birlikte mücadeledir. Bu yolda ilerlediğimiz sürece Çiyager yoldaşın dediği gibi: “Son ne olursa olsun muhteşem olacak!” (Bir Partizan)