Gerçek Demokrasi ve Barış Mücadeleyle Kazanılır

 Gerçek Demokrasi ve Barış Mücadeleyle Kazanılır

“Bu coğrafyanın emperyalistlerin ve suç ortaklarının “böl-yönet” politikalarına karşı “Bütün Ülkelerin İşçileri ve Ezilen Halkları Birleşin” şiarını somut koşullara uyarlama gerçeğine ihtiyacı vardır.”

25 Temmuz 2025

Faşist koalisyon iktidarı, kendisine yönelen her protesto eyleminden, kitle hareketinden, hatta eleştiriden ateşten korkar gibi korkuyor. Bu nedenle, her türlü aykırı sese karşı denetimindeki kolluk ve yargı kurumları tetikte. Yasaklar, tutuklamalar, günlük olarak yaşanmakta olan sıradan vakalar gibi. Dolayısıyla bu yaşananlar bir devlet terörüdür. Devlet terörünün bu denli boyutlandığı bir coğrafyada, egemen sınıf sözcülerinin başta Kürt ulusal sorunu olmak üzere, işçi ve emekçilerin, baskı altında olan inanç gruplarının demokratik hak ve özgürlüklerine dair kurdukları her cümle sahtedir. Kurmak istedikleri yeni hain tuzakları perdeler niteliktedir.

R.T.Erdoğan’ın son dönemde “Müslüman Kardeşliği” temelinde yapmış olduğu “Türk, Kürt, Arap” ittifakı güzellemeleri de bu içeriktedir. Ulusal, inançsal temelde “tekçilik” felsefesi üzerinde şekillenen bu ırkçı ve faşist kafaların, diğer ulusların, azınlık milliyetlerin, baskı altında olan inanç gruplarının farklılıklarına tahammül etmeleri, demokratik istemlerine, özgürlük taleplerine rıza göstermeleri düşünülemez.

Tarihsel olarak da Osmanlı İmparatorluğu’nun son süreciyle birlikte devam eden yüz yıllık cumhuriyet tarihine baktığımızda karşımızda Ermeni Soykırımı’nı görürüz. Diğer azınlıkların varlıklarıyla, kültürleriyle yok edildiğine tanık oluruz. Keza, Kürt ulusuna dönük dünden bugüne imha ve inkar siyaseti de bir devlet politikası olarak sürüyor. Sünnilik dışındaki inanç gruplarına karşı her türlü baskı ve karalama kampanyası da devam ediyor. Hatırlarız, Alevi mezhebine mensup halkımız defalarca toplu katliamlara maruz kalmıştır.

Güncel bağlamda da R.T.Erdoğan’ın yol arkadaşları olan çeteler, Suriye coğrafyasında Alevi-Dürzi vb. inanç gruplarına karşı katliamlarını sürdürüyor. Türk devletinin Dışişleri Bakanı, MİT Başkanı gibi kişiler, Suriye’de bu katliamları gerçekleştiren çeteci grupların liderleriyle sıkı bir diyalog içindeler. Onlara akıl hocalığı yapıyorlar. Nitekim Suriye coğrafyası içinde “tekçilik” projesini öngören Türk egemen sınıfları, dökülen bu kandan sorumludur. Hal böyleyken, bu ırkçı-tekçi zihniyetin Arap, Kürt, Türk halklarının birliğine dair söylemleri de sahte ve aldatıcıdır.

Türkiye coğrafyasında estirilen devlet terörü ile “tek bayrak, tek vatan, tek millet” çığırtkanlığı iç içe geçmiştir. Diğer bir ifadeyle içte uygulanan devlet terörü, dışta izlenen saldırganlık siyaseti, bu tekçi-ırkçı zihniyetin ürünüdür. Bu tablo nedeniyle, geniş halk yığınlarının TC devletinin Kürt ulusal meselesinin “çözümüne”, demokratik hak ve özgürlüklerin sınırlarını genişletme söylemlerine tereddütle ve kaygıyla yaklaşması anlaşılır bir durumdur.

Yine bölgesel anlamda çatışmaların dinmediği ve tek geçerli yasanın zorbalık olduğu bir coğrafyada “demokratik siyaset” söyleminin de bir karşılığı yoktur. Demokratik siyasetin yaşam hakkı bulması, ancak bu çürümüş-yozlaşmış sistemin değişimiyle mümkündür. Bu da çeşitli ulus ve milliyetlerden halkın birleşik mücadelesiyle sağlanabilir.

Emperyalistlerin askeri, ekonomik, siyasal olarak işbirlikçileri vasıtasıyla egemenliklerini kurdukları bir bölgede, gerçek manada demokrasi, emperyalizme karşı mücadeleyi içerir. Yani direniş ile demokrasi iç içedir. Keza, gerçek bir barış, emperyalizmi ve her türden gericiliği hedefleyen devrimci bir savaşla sağlanabilir. Bu devrimci perspektiften yoksun “barış”, “demokratik siyaset” projelerinin sonu hüsran olur.

Barışın güvencesi halkların birleşik mücadelesidir

Hatırlanacağı gibi, Kürt ulusal hareketi 1993 yılından beri, “siyasal çözüm” vurgusu yapmaktadır. “Kürt realitesinin tanınması, kültürel haklar” vb. taleplerle sorunun çözülmesini talep etmektedir. Bu taleplere karşın gelinen aşamada Türk devletinin esas yaklaşımı, düşünsel planda tekçi zihniyetten kopmayan, ama iç ve özellikle bölgesel düzeydeki gelişmelerden hareketle oyalayıcı, “Kürt-Türk ittifakı” söylemiyle vaziyeti idare etmeye çalışıyor.

Bu bağlamda Abdullah Öcalan’ın “varlık tanınmış, dolayısıyla ana amaç gerçekleşmiştir” tespiti sahada yaşanan gerçeklerle uyumlu değildir. Yine Kürt ulusal hareketinin kimi sözcülerinin “pozitif entegrasyon” ya da “demokratik entegrasyon” olarak tarif etmeye çalıştıkları projenin, Türk devletindeki karşılığı “tekçi zihniyete itiraz etmeyin”, “hürmet edin”dir. ABD Suriye Özel Temsilcisi’nin Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi için, öngörülen “çözümü” de benzer niteliktedir. Tüm bunlar, rastlantı değildir. ABD ve suç ortaklarının Kürt ulusu için öngördükleri “yeni çözüm” reçeteleri bunlardır. Bu reçetelerin sahada nasıl bir sonuç üreteceklerini ise zamanla göreceğiz.

Irak, Libya, Lübnan ve an itibariyle Suriye’de yaşananlar, yönetenlerle, yönetilenler, ezenlerle, ezilenler arasındaki sınıfsal mücadelenin yerini, esas olarak ulusal, dinsel ve mezhepsel çatışmaların almasıdır. Bu temelde bölünmelerin olduğu her ülke, emperyalist müdahalelere, iç çatışmalara açık hale gelir. Bundan dolayı hem emperyalist güçler hem de bu çelişkiler üzerinde varlığını sürdürmeye çalışan egemen sınıf klikleri, bu fay hatlarını daima kaşımaya devam ederler.

Bu nedenle bölgesel bazdaki tüm siyasal gelişmeleri, proleter bakış açısıyla ele almadaki ısrarlı tutumumuzu sürdürmeliyiz. Demokrasi, sınıflar üstü bir kavram değildir. Dolayısıyla sınıfsal niteliğine dair bir ayrım yapmadan, genel manada sarf edilen bir demokrasi söyleminin pratik bir karşılığı yoktur.

Bölgemize gerçek manada demokrasi ve barış, haksız savaşlara karşı mücadeleyle olur. Bölgenin yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarını ellerinde bulunduran sömürü ve soygun düzenlerini yıkmakla olur. Bu da ancak proleter bir bakış açısıyla yürütülecek devrimci savaşlarla mümkün olabilir. Bu coğrafyanın “Müslüman Kardeşliğine” değil, “Halkların Kardeşliğine” ihtiyacı vardır. Bu coğrafyanın emperyalistlerin ve suç ortaklarının “böl-yönet” politikalarına karşı “Bütün Ülkelerin İşçileri ve Ezilen Halkları Birleşin” şiarını somut koşullara uyarlama gerçeğine ihtiyacı vardır.