
Mart Fırtınası Üzerine:
“Bizi Rezil Bir Geleceğin Kölesi Sandılar”*
“Türk hakim sınıf klikleri arasında 19 Mart’la birlikte yeni bir aşamaya evrilen iktidar mücadelesi, halk kitlelerinin içinde bulundukları koşullara yönelik öfke ve tepkisinin günlerdir sokakları zapteden eylemlerini tetiklemiştir”
23 Nisan 2025
*(19 Mart 2025 ve sonraki günlerde kitlelerin eylemleri sırasında İzmir’de yapılan bir duvar yazılaması)
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı (İBBB) Ekrem İmamoğlu’nun önce 30 yıl önce aldığı diplomasının iptal edilmesi ve ardından da 19 Mart’ta yüze yakın kişiyle birlikte gözaltına alınıp 23 Mart’ta “yolsuzluk” ve “terör” gerekçesiyle tutuklanması; Türk hakim sınıfları arasındaki iktidar mücadelesini sertleştirip yeni bir aşamaya evriltirken, Türkiye siyasetinde dengelerin yerinden oynamasına yol açtı.
Dengenin bozulması sadece iktidarda ve muhalefette olan burjuva hakim sınıf klikleri arasında geçmişten beri süregelen iktidar mücadelesi açısından değil; özellikle başta öğrenci gençlik olmak üzere halk kitlelerinin meydanlarda ve sokaklarda kitlesel ve militan gösterileri nedeniyle Haziran 2013 Gezi İsyanı sonrası uzunca bir süredir yaşanan sessizliği bozması anlamıyla önemlidir.
Bu süreci ve özellikle de başta öğrenci gençlik olmak üzere halk kitlelerinin eylemlerini değerlendirmeden önce bir noktaya işaret edelim. Proletarya partisi gerçekleştirdiği ikinci kongrede “Türkiye’de durum” değerlendirmesini “Türkiye Yüzyılı: Fırtınaya Hazırlanmak” olarak adlandırmıştı.
Bu değerlendirmede, “Türkiye Yüzyılı” olarak kavramsallaştırılan “şey”in Türk hakim sınıflarının Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına dair bir propaganda olmasının yanında, “fırtına” olarak kavramsallaştırılan gerçeğin ise, 19 Mart’ta başlayan ve etkisi günlerce süren halk kitlelerinin direniş ve eylemleri olduğunu ifade edelim.
Hakim sınıf klikleri arasında İstanbul merkezli yaşanan iktidar mücadelesinden bağımsız olarak; iktidarın her türlü toplantı ve yürüyüş yasağına rağmen, başta öğrenci gençlik olmak üzere halk kitlelerinin sokakları zapt eden eylemleri, önemli bir gelişmeye işaret etmektedir. Özellikle başta üniversite öğrencileri olmak üzere halk gençliğinin eylemleri, kitle seferberliği ve pratikten öğrenmeleri anlamında önümüzdeki süreci belirleyecek dinamikler barındırmaktadır.
Bu nedenle yaşanan bu süreci değerlendirmek, özellikle de gençlik eylemlerinin üzerinde durmak, devrimci hareketin önümüzdeki süreçteki yönelimi açısından önemlidir. İki hakim sınıf kliğinin giderek sertleşen iktidar mücadelesinde temel amacın, burjuva iktidarının korunması olduğu ve bu amaçla iktidar açısından kitle hareketinin bastırılması; muhalefet açısından ise kitle hareketinin düzen dışı yönelimlerinin törpülenerek, kendi politik çizgisi ve iktidar mücadelesinin arkasında yedeklenmesi amaçlanmaktadır. İktidar ve muhalefet açısından kitlelerin yaşadıkları koşullara yönelik öfke ve tepkilerinin düzen içinde tutulması temel hedeftir. Bu nedenle devrimci ve komünist hareketin kitlelerin eylem ve direnişleriyle birleşerek, burjuva siyasetten bağımsız bir kitle hareketine yöneltilmesi mücadelesi daha bir önem taşımaktadır.
19 Mart’la birlikte başlayan kitlelerin direniş ve eylemlerinin önemi ve önümüzdeki süreci belirleyecek dinamikler taşıması, Türkiye devleti ve toplumunun içinde bulunduğu durumdan bağımsız değildir. Yaşanan süreç, Türk hakim sınıf kliklerinin kendi aralarındaki iktidar dalaşının ürünü olarak ortaya çıksa da Türkiye halkı, sokaklara çıkarak, mitinglere katılarak, boykot örgütleyerek, kendisine yönelen faşist saldırganlığa, seçme ve seçilme hakkının gasp edilmesine, keyfiyetçiliğe, anti-demokratik uygulamalara vb. karşı tepkisini göstermiştir.
Kitlelerin direniş eylemleri ve demokratik tepkileri, TC devletinin içinde bulunduğu durum, başta ekonomik kriz olmak üzere iç ve dış politikada yaşanan gelişmeler dikkate alındığında son derece önemlidir. Bunun nedeni, Türk hakim sınıflarının iktidardaki kliğinin temsilcisi AKP-MHP hükümetinin, özellikle 2015 yılından sonra “Türkiye Yüzyılı” olarak propaganda ettiği, bir yandan içte işçi sınıfı ve emekçi halka yönelik faşist saldırganlığını artırarak sürdürmesi, dışarda ise işgal ve imha saldırılarını gerçekleşmiş olmasıdır. Kitleler uzunca bir süredir üzerlerindeki ölü toprağını atmış, yasak ve engellemeleri tanımayarak sokaklara çıkmıştır. Türkiye halkı, kendisine dayatılan faşist baskılara, anti-demokratik uygulamalara, keyfiyetçiliğe ve “ben yaptım, oldu” anlayışına, seçme ve seçilme hakkına müdahale anlamına gelen kayyum zihniyetine, hak gasplarına vb. karşı çıkarak demokratik tepkisini günler süren eylemlerde göstermiştir.
Bu somut gelişme, Türkiye toplumunun içinde bulunduğu durum ve hakim sınıfların kendi aralarındaki klik dalaşı; geniş halk kitlelerine dayatılan koşullara itiraz etme ve dahası önümüzdeki süreçte Türkiye koşullarında sınıf mücadelesi açısından önemli dinamikleri içinde barındırması nedeniyle önemlidir. 19 Mart ve sonrası günlerde yaşanan kitle eylemlerinin önemi, Türkiye toplumunun içinde bulunduğu durumdan ayrı ve bağımsız değerlendirilmemelidir.
Bu açıdan makalenin giriş bölümünde işaret ettiğimiz “Türkiye Yüzyılı: Fırtınaya Hazırlanmak” çalışmasındaki şu değerlendirmeyi burada hatırlatmak gerekir: “Komprador burjuvazinin iktidar aygıtı olan devlet örgütlenmesi esas olarak emperyalist burjuvazinin ve komprador kapitalizmin sınıfsal çıkarları için dönemin ihtiyaç duyduğu koşullara göre yeniden örgütlenir ve ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ bu değişimin ürünü olarak ortaya çıkarken; halka, devrimci ve komünist harekete yönelik ‘İsyan Bastırma Stratejisi’nin tüm araçları kullanılmaya devam etti. Bu stratejinin bir yanında işçi sınıfının ve halkın örgütlenmelerinin dağıtılması ve iktidar kliğinin arkasında yedeklenmesi varken; iktidar kliğinin arkasında yedeklenmeyen burjuva muhalefetin bile ‘terörist’ ilan edildiği bir süreç örgütlendi. Böylesi bir süreçte işçi sınıfının ve halkın kendiliğinden gelişen ekonomik ve demokratik talepli eylemleri, faşist bir saldırganlıkla bastırıldı. TC devleti kağıt üstünde var olan yasalarına dahi uymamaya, anayasal güvenceyle dokunulmazlığı olan milletvekillerinin tutuklanmasından ve kitlelerin eylem yapma ihtimaline karşı gözaltına alınmasına uzanan bir çizgide, faşist saldırganlığın dozajı artırıldı. ‘Böylesi 12 Eylül’de bile görülmedi’ sözleri dönemi özetleyen bir cümle haline geldi.” (Komünist, Aralık 2024, sayı 79, s. 139-140)
Bugün, 19 Mart ve sonrasında yaşana sürecin arka planında, Türk hakim sınıflarının iktidardaki kliğinin temsilcisi AKP-MHP’nin özellikle 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında R.T.Erdoğan önderliğinde iktidarını konsolide etmesi vardır. Hatırlanacak olursa, AKP lideri R.T.Erdoğan; 15 Temmuz 2016 darbe girişimini “Allah’ın bir lütfu” olarak değerlendirerek, MHP ile koalisyon kurmuş ve parlamento maskeli faşist diktatörlük yerine “başkanlık sistemi” adı verilen yeni bir sisteme geçilmesi amacıyla kullanmıştır. 16 Nisan 2017 Referandumu’yla 9 Temmuz 2018 tarihinden itibaren “başkanlık rejimi” uygulanmaya başlandı. Bu tarihten itibaren TC devleti, R.T.Erdoğan şahsında faşist bir diktatörlük olarak, her türlü muhalefete yönelik faşist bir saldırganlığa yöneldi. Sadece düzen dışı yönelimlere değil, düzen içi muhalefete de tek adam şahsında faşist diktatörlüğün bekası için yöneldi.
Kuşkusuz bu “yeni rejim”; içerde ve dışarda Türk hakim sınıflarının emperyalist sermayenin çıkarlarının uygulanmasını ve bu anlamıyla işçi sınıfına ve emekçi halka yönelik saldırganlığın “yeni süreçte yeniden üretimi” anlamına gelirken aynı zamanda düzen içi muhalefette de iktidara şu veya bu nedenle muhalif olanların hedefe konulmasını getirdi. Başta Kürt ulusal hareketi olmak üzere, devrimci ve ilerici harekete yönelik faşist saldırganlık, tüm yöntemlerle sürdürüldü.
Türk hakim sınıf klikleri arasındaki iktidar mücadelesi de bu “yeni sürece” uygun olarak şekillendi. 19 Mart’la birlikte tam olarak yukarıdaki değerlendirme de ifade edilen “iktidar kliğinin arkasında yedeklenmeyen burjuva muhalefetin bile ‘terörist’ ilan edildiği bir süreç” devreye sokulmuştur. Geçmişte başta Kürt ulusal hareketi olmak üzere, devrimci ve komünist harekete; düzene şu veya bu nedenle karşı çıkan her kesim ve çevreye yönelik faşist saldırganlığı “terör” maskesiyle kriminalize edip kitle desteğini sürdürme politikası izleyen AKP-MHP iktidarı, bu kez aynı söylemle burjuva muhalefete ve onun öne çıkan temsilcisine yönelmiştir.
Hakim sınıf kliklerinin iktidar mücadelesi
19 Mart’la birlikte yaşanan süreç, kuşkusuz Türk hakim sınıflarının iktidar ve muhalefetteki iki kliğinin iktidar mücadelesinden ayrı değerlendirilemez. Bunu kesin olarak ifade etmek gerekir. Hakim sınıflar açısından ortada bir “demokrasi” mücadelesi yoktur. Olan şey, devlet iktidarının, iktidar açısından her yol ve yöntemle korunması, muhalefetin ise kitlelerin desteğini arkasında yedekleyerek iktidarı ele geçirmek olarak özetlenebilir.
Bu kavgadan Türkiye halkı açısından bir demokrasi çıkmayacağı TC devletinin tarihsel süreciyle net olarak gözlemlenebilir. Tarihsel tecrübeler bize göstermektedir ki; halk hareketi, hakim sınıf kliklerinden bağımsız, kendi sürecini örgütlediğinde, başta demokratik haklar olmak üzere, her türlü hak alma mücadelesini yükselttiği oranda, demokratik kazanımlar elde edebildiğini göstermektedir. Başlangıçta muhalefette olan hakim sınıf kliğinin iktidarı ele geçirmek için halk hareketine belli tavizler verdiğini ve iktidarı ele geçirip tesis ettikçe bu hakları gsap etmeye yöneldiğini göstermektedir. Muhalefetteyken demokrasi havarisi kesilenler, iktidarı ele geçirdikten sonra azılı faşist kesilmişlerdir.
TC devletinin kuruluşundan günümüze, hakim sınıf kliklerinin iki ana kampa ayrıldıkları biliniyor. Bu iki kamp arasındaki mücadele, aynı zamanda Cumhuriyet temelinde iki kampın iktidar mücadelesi şeklinde gelişmiştir. Bu tarihsel sürecin gelişimi, önce CHP ve ardından Demokrat Parti’de temsil edilen kliklerin iktidar mücadeleleriyle biliniyor.
Bu mücadele, 2000’li yıllardan günümüze kendisini AKP’de ifade eden “İslamcı” söylemli komprador burjuvazinin temsilcileriyle; kendisini CHP’de ifade eden “Kemalist” söylemli komprador burjuvazinin, iktidar aygıtını kendi klik çıkarları için kullanma, devlet ihalelerinden ve rant paylaşımından “aslan payını” kendi kliğinin alması mücadelesidir. AKP’nin ilk yılları, “demokrasi” söylemleriyle geçmiş, iktidarını tesis ettikten sonra ise gerçek yüzünü ortaya sermiş, faşist baskı ve saldırganlığı artırma siyaseti izlemiştir. Bu anlamıyla AKP’nin “siyasi tarihi”, Türk hakim sınıflarının siyasi tarihiyle uyumlu bir seyir izlemiştir.
Gelinen aşamada bu iki hakim sınıf kliğinin mücadelesinin şiddetlenmesi, mahkeme ve hapishanenin devreye sokulmasının nedeni, AKP-MHP iktidarı karşısında burjuva muhalefetin kitle desteğinin güçlenmesi ve İBB Başkanı E.İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı adayı olarak bir sonraki seçimlerde güçlü bir rakip olarak ortaya çıkması olarak özetlenebilir.
Bilineceği üzere, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde burjuva ana muhalefet partisi CHP, Türkiye genelinde oylarının artırarak yüzde 37’nin üzerine çıkarmış; başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere Türkiye nüfusunun önemli bir kısmının yaşadığı 14 büyükşehirde açık ara farkla kazanmıştı. Yıllardır iktidarda olan AKP ise yüzde 35’le ikinci parti konumuna düşmüştü. Bu durum, başta R.T.Erdoğan’ın karşısında E.İmamoğlu’nun tehlikeli ve bertaraf edilmesi gereken bir rakip olarak ortaya çıkması anlamına geliyordu. Bu ise AKP-MHP’de temsil olunan burjuva klik açısından iktidar olanaklarını, ihale ve rant paylaşımlarının tehlikeye düşmesi, iktidarın CHP’de temsil olunan rakip burjuva kliğe kaptırılması riski ortaya çıkmıştı. Nitekim bizzat R.T.Erdoğan’ın “İstanbul’u kaybedersek Türkiye’yi kaybederiz” dediği bilinmektedir. (A.Selvi, Hürriyet, 26 Eylül 2017)
Bu nedenle 31 Mart 2024 yerel seçimler sonrasında R.T.Erdoğan ve AKP-MHP faşist iktidarının bütün hedefinin rakip burjuva hakim sınıf kliğinin temsilcisi CHP ve bu muhalefetin öne çıkan figürü İBB Başkanı E.İmamoğlu olacağı açıktı. Nitekim, yerel seçim sonrasında AKP-MHP iktidarı tarafından bizzat Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan’ın ifadeleriyle “turpun büyüğü heybede” denilerek, başta yargı olmak üzere devlet iktidarının bütün olanakları kullanılarak E.İmamoğlu’na yönelik davalar açıldı, ardından 30 yıllık diploması iptal edildi ve hemen ardından “yolsuzluk” ve “teröre yardım” gerekçeleriyle tutuklandı.
Tutuklama gerekçesi olarak ileriye sürülen “yolsuzluk” uluslararası kamuoyunu ve emperyalistlerin desteğini almak için, “terör” ise içerde kitlelerin desteğini almak için kullanılan birer argümandır. Kuşkusuz E.İmamoğlu ve ekibine yolsuzluk bahsinde kefil olacak değiliz. Hatta sınıfsal çıkarları gereği bu tür pratiklerin içinde olması işin doğası gereğidir. Ancak İBB’nin yıllardır klik mücadelesi nedeniyle AKP-MHP iktidarının denetiminde olduğu göz önüne alındığında ve E.İmamoğlu ve ekibinin kendileri de aynı sınıfın temsilcisi oldukları hesaba katıldığında, iktidar karşısında en azından siyasi iktidarı ele geçirmeden bu türden bir “açık” verebilmesi ihtimal dışıdır. Ancak ifade ettiğimiz gibi burjuva dünyası ve özel mülkiyet rejimi özünde yolsuzluk, sömürü ve gasp üzerine kurulmuş bir dünyadır.
E.İmamoğlu ve ekibinin bundan bağımsız olması eşyanın tabiatına terstir. İfade etmeye çalıştığımız şey, iki klik arasında iktidar dalaşında İstanbul’un rantına çökmek belirleyicidir ve E.İmamoğlu’nun klik mücadelesinde ilk hedef olacağı şey tam da bu gerçektir. O nedenle “tecrübeli bir burjuva siyasetçi” olarak E.İmamoğlu, bir yolsuzluk yapmışsa bunu burjuva düzenin “kurallarına göre” yapmıştır. Dolayısıyla buradan bir suçlama çıkarmaya çalışmak gerçekte AKP-MHP iktidarı açısından riskli bir hamledir.
Asıl önemli olan ise E.İmamoğlu’nun “terör”e yardım gerekçesiyle suçlanması ancak bu gerekçeyle tutuklanmamasıdır. Kuşkusuz bu “terör” bahsinde, AKP-MHP faşizminin Kürt ulusal hareketiyle yürüttüğü “süreç olmayan süreç” etkilidir. Bir yandan Kürt hareketiyle “çözüm” ve “barış” süreci yürütürken, diğer yandan Kürt demokratik hareketinin “batı”da belediye yönetimlerinde yer almak için hayata geçirdiği “Kent Uzlaşısı”nı hedefe koymak ancak ve ancak faşist bir saldırganlıkla açıklanabilirse de, AKP-MHP iktidarının Esenyurt ve Şişli Belediyelerine bu gerekçeyle kayyum ataması ve fakat E.İmamoğlu özgülünde “terör”den tutuklama yapmaması bir başka çelişkiye ve dahası “pazarlığa” işaret etmektedir.
Burjuva hukukun kendisine bir takla attıran bu yargı kararı, “faşizm”le açıklanabilirse de, E.İmamoğlu’nun yolsuzluk iddiasıyla tutuklanması bir yanıyla kitlelerin tepkisine (ki tam da bu nedenle iktidar İBB’ye kayyum atayamamıştır) diğer yanıyla bu “yargı” kararı üzerinden iki hakim sınıf kliğinin dalaşında “pazarlık opsiyonuna” işaret etmektedir.
Her halükarda ise E.İmamoğlu’nun “terör”den tutuklanması; faşizmin ilericilere, devrimcilere yönelik rutin olan yargı aracının çürümüşlüğüne, burjuvazinin elinde paslı bir silah olarak kullanıldığını kanıtlamaktadır. “Yargı bağımsızlığı” denilen şeyin gerçekte kitleleri manipüle etmenin bir propagandası olduğunu göstermektedir.
Türk hakim sınıf klikleri arasındaki iktidar kavgasında, yargı ve kolluk güçleri ilk defa kullanılmıyor. TC devleti tarihi, yargı ve kolluk marifetiyle rakip burjuva kliklerin öne çıkan temsilcilerini tasfiye etmenin, katletme ve hapsetmenin örnekleriyle doludur. TC devletinin kurucusu M.Kemal’in bizzat “dava arkadaşları” olan İttihatçılara yönelik tasfiyesi, ilk elden ve erken dönem örnekler olarak verilebilir.
Bu anlamıyla yüzyıllık burjuva siyasette bu türden sayısız örnek yaşanmıştır. Ancak gelinen aşamada, bu türden bir adımın adeta “kör göze parmak sokarcasına” atılmış olmasında, bir yanıyla R.T.Erdoğan ve AKP-MHP’de temsil olunan kliğin kitle desteğinin azalması ve iktidarı kaybetme riski ortaya çıkmasının, diğer yanıyla uluslararası alanda yaşanan gelişmelerin de etkisi olduğu söylenebilir.
Kitle eylemleri, burjuva muhalefeti aştı!
R.T.Erdoğan, burjuva düzen sınırları içinde kendisinin en güçlü rakibi olarak ortaya çıkan ve dahası İstanbul belediye seçimlerinde olduğu gibi kendisini seçimlerde yenilgiye uğratan E.İmamoğlu’nu hapsederek tasfiye etmeye yönelmiştir. İktidarın “yolsuzluk” iddialarının doğruluğu ya da yanlışlığı bir yana (ki her iki klik açısından da İstanbul’un rantına çökmek tayin edici hedeftir, bu anlamıyla E.İmamoğlu’nun kendi kliğinin çıkarını gözetmesi mümkündür), burjuva anlamda dahi seçme ve seçilme hakkı, sandık ve seçimler fiili olarak ortadan kaldırılmıştır. Burjuva düzenin kitleler nezdinde kendini meşrulaştırmasına ve rıza üretimine terstir. Bu, bu anlamıyla burjuva düzenin kendi işleyişine bir “darbe”dir.
CHP daha sonradan “darbe” olarak tanımlayacağı bu gelişmeye her zamanki geleneksel muhalefet refleksini göstermiş, E.İmamoğlu’nun diploma iptali ve tutuklaması ihtimali hakkında; “Bu sürecin İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığını engellemeye yönelik bir hamle olması nedeniyle bu hukuksuzluğa iştirak ederek demokratik seçim sürecine müdahale eden herkes hakkında görevi kötüye kullanma suçunun yanı sıra, ‘Anayasa’yı ortadan kaldırmaya teşebbüs’ suçundan suç duyurularında bulunulacaktır” tavrını alacağını açıklamıştır. (CHP MYK Toplantısı’ndan, 18 Mart, ANKA)
Nitekim CHP’nin diploma iptali ve tutuklama saldırısına karşı ilk tepkisi de bu yönlü olmuştur. CHP lideri ve sözcülerinin ilk açıklamaları, “Anayasa Mahkemesi’ne gitmek”, “süreci yargıya taşımak” şeklinde olmuştur. CHP lideri Ö.Özel, E.İmamoğlu’nun gözaltına alındığı 19 Mart sabahında; “Bu karar üst mahkemeden döner, pazar günü sandığa gelin, ülkeyi ancak erken seçim kurtarır” açıklaması yaparken; İstanbul’da öğrenci gençlik aynı gün önlerine konulan polis barikatını yıktı ve hakim sınıf klikleri arasında süregelen klik dalaşında, “seçim, sandık, mahkeme” vs. tüm denklemi değiştirdi. AKP-MHP iktidarının ve CHP’nin hesaba katmadığı şey de tam olarak buydu.
AKP-MHP faşist iktidarının bu hamlesi başta öğrenci gençlik olmak üzere geniş kitlelerin direniş ve eylemleriyle karşılanmıştır. Burjuva muhalefetin adayı E.İmamoğlu’nun gözaltına alınmasından sonra İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin başlattığı, ardından başta ODTÜ olmak üzere diğer üniversitelere yayılan ve öğrenci gençliğin kitlesel olarak sokaklara döküldüğü eylemler, başta CHP olmak üzere burjuva muhalefeti de etkiledi.
Özellikle İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin önlerine çıkan polis barikatını yararak açmaları ve kitlesel olarak Saraçhane’ye yürümesi, CHP’nin tutuklama ve İBB’ye kayyum atama saldırısına karşı, her zamanki geleneksel siyaseti olan kitlelerin var olan düzene yönelik öfke ve tepkilerini sınırlayan, sandığa ve düzen içine masseden siyasetini de yıkıp geçmiştir. Kitlelerin “Kurtuluş sandıkta değil, sokakta”, “Mitinge değil eyleme geldik”, “Özgür bizi Taksim’e götür” sloganları CHP’nin geleneksel burjuva muhalefetini, kitlelerin sisteme olan öfke ve tepkilerini düzen içi tutan çizgisini sarsmıştır. CHP, kitlelerin eylemlerini kontrol altında tutabilmek için sol söylemlere daha sık başvurmak zorunda kalmıştır.
CHP, kitlelerin kendi burjuva muhalefetini aşan eylemleri, öfke ve tepkisi karşısında, İBB’nin yönetim binasının olduğu İstanbul Saraçhane’de kitlesel mitinglerden sonra, İstanbul Maltepe’de milyonlarca kişinin katıldığı bir miting düzenlemiştir. Bu süreçte, üniversite öğrencilerinin eylemleri kitlesel olarak sürmüş ve dersleri boykot kampanyası gerçekleştirilmiştir.
19 Mart’ta başlayan ve sonraki günlerde de devam eden protesto eylemlerinde yaklaşık 2 bin kişi gözaltına alınmış ve 316 kişi tutuklanmıştır. Hapishanelerde yer kalmadığı için tutuklama yerine “ev hapsi” uygulanmaya başlanmıştır. Kaç kişinin “denetimli serbestlik” ve “ev hapsi” uygulamasıyla hapsedildiği ise açıklanmamıştır. Başta öğrenci gençlik olmak üzere halk kitlerine yönelik tam bir faşist terör devreye sokulmuştur.
Bu süreçte ayrıca burjuva muhalefete yakın TV kanallarına cezai yaptırımlar uygulanmıştır. Devrimci-ilerici basın başta olmak üzere muhalif basın ve iktidara muhalefet eden sosyal medya hesapları kapatılmıştır. Başta polis olmak üzere iktidarın denetimindeki kolluk güçleri, halk kitlelerinin eylemlerine yönelik faşist saldırganlığı artırmıştır.
İletişim Başkanlığı’nın denetiminde olan trol hesapları ve iktidarın denetimde medya, kitlelerin eylemlerini kriminalize etmek için yoğun bir çaba sarfetmiştir. Kitle eylemlerinin içeriğini boşaltmak ve hedef saptırmak için kontrgerilla örgütlenmesini doğrudan uzantısı olan Zafer Partisi ya da İBDA-C gibi örgütleri sahaya sürülmüştür. Bu noktada Cuma hutbesinde, muhalefeti Suriye’de yaşanan Alevi katliamının bir benzerini Türkiye’de sokağa çıkanlara yaşatmakla tehdit eden imamın sözleri örnek verilebilir. Kısaca bu süreçte, yukarıdaki alıntıdaki değerlendirmede ifade edilen “İsyan Bastırma Stratejisinin tüm araçları” kullanılmıştır.
Ancak AKP-MHP iktidarının bütün çabasına rağmen halk kitlelerinin isyanı bastırılamamıştır. Kuşkusuz bunda CHP’nin, AKP-MHP faşist iktidarının saldırıları karşısında artık mecbur kaldığı ve kitlelerin de sokakları terk etmeyen direnişi etkili olmuştur. Ancak kitle hareketinin başlangıcında ve sürmesinde öğrenci gençlik başta olmak üzere halk gençliğinin katılımı belirleyici olmuştur. Bu nedenle, 19 Mart ve sonrasında yaşanan “Mart Fırtınası”nda başta öğrenci gençlik olmak üzere halk gençliğinin mücadelesi üzerinde daha ayrıntılı durmak gerekir.
“Mart Fırtınası”nda gençliğin rolü
Ancak buna geçmeden önce Türkiye toplumunda gençliğin durumuna dair genel bir bilgilendirme yapmak yararlı olacaktır. Günümüz Türkiye toplumunda genel olarak gençliğin durumuna dair “Türkiye Yüzyılı: Fırtınaya Hazırlanmak” değerlendirmesinde, “Yoksulluk, Güvencesizlik ve Geleceksizlik Kıskacında Gençliğin Mücadelesi” başlığı altında şu bilgiler verilmektedir: “Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre 2023 yıl sonu itibarıyla Türkiye’nin toplam nüfusu 85 milyon 372 bin 377 kişi iken 15-24 yaş grubundaki genç nüfus 12 milyon 872 bin 39 kişidir. Genç nüfus, toplam nüfusun % 15.1’ini oluştururken, genç nüfusun % 51.3’ünü erkek nüfus, % 48.7’sini ise kadın nüfus oluşturmaktadır. Genç nüfus içinde ortaokullara kayıtlı öğrenci sayısı 5.5 milyon, liselere kayıtlı öğrenci sayısı ise 6.7 milyon olduğu ifade edilmektedir. Genç nüfus içinde yaklaşık 7 milyon kişi ise bir yükseköğretim kurumuna kayıtlıdır. (agy, s. 164)
Görüleceği üzere Türkiye nüfusu içinde gençlik olarak tanımlanabilecek kişi sayısı yaklaşık olarak 13 milyondur. Bu genç nüfus, AKP hükümetleri döneminde doğup büyümüştür. Sokaklara çıkan gençlik kitlesinin önemli bir bölümünü oluşturan öğrenci gençlik kitlesi, AKP’li hükümetler döneminde iktidarın aileden başlayarak, eğitim, medya gibi araçlarla ideolojik şekillendirmesine maruz kalmıştır.
AKP hükümetleri döneminde gençliğin içinde bulunduğu koşullara ve kendisine dayatılan yaşam ve çalışma tarzına karşı isyan etmemesi, devrimci bir yönelim içine girmemesi için sistemli bir çaba harcanmıştır. Örneğin üniversite gençliğinin politikleşmesinin önüne bir bariyer olarak planlan ve kurulan Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) varlığını devam ettirmiştir. Başta üniversite gençliği olmak üzere tüm gençliğin sistem içinde tutulması için özel bir çaba sarf edilmiş; gençlik İslamcı, faşist propagandayla şekillendirilerek düzene yedeklenmeye çalışılmıştır. Nitekim tam da bu amaçla R.T.Erdoğan’ın “Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik istiyorum” olarak ifade edip amaç olarak gösterdiği “dindar ve kindar gençlik” hedefi doğrultusunda çalışmalar yürütüldüğü bilinmektedir.
İktidarın bu açık ve net hedefine rağmen gelinen aşamada, gençlik kitlelerinin önemli bir kısmının “dindar” bir gençlik olmaktan öte, kendisine dayatılan koşullara itiraz içinde olduğu gözlemlenmektedir. Nitekim 2024’te Konda Araştırma Şirketi’nin 15-29 yaş aralığındaki gençlerle yaptığı “İkinci Yüzyılın Eşiğinde Toplumsal Değerler ve Gençlik” isimli çalışmaya göre gençlerin % 44’ü kendilerini “Atatürkçü”, % 38’i “Milliyetçi” olarak tanımlamaktadır. Araştırmaya göre muhafazakarlık ve dinî kimlik zayıflarken, “ulus” fikri daha güçlü bir aidiyet alanı halinde görülmektedir. Bu yönelim, uzun zamandır pandeminin getirdiği yalnızlık ve devlete karşı yaşanan güvensizlikle birleşen güçlü bir kimlik arayışının sonucu olarak değerlendirilmektedir. (Kaynak: “İkinci Yüzyılın Eşiğinde Toplumsal Değerler ve Gençlik”)
Araştırma sonuçlarından da görüleceği üzere gençlik kitleleri, içinde bulundukları koşullara tepki gösterirken, çözüm olarak yine sistem içi başka gerici ideolojilere yönelmektedir. Kuşkusuz bu tablonun ortaya çıkışında, TC devletinin yıllardır uygulayageldiği politikaların etkisi vardır.
Bu objektif gerçeklikle birlikte, bu tablonun yaşanmasında devrimci ve komünist hareketin zayıflığı ve bu anlamıyla bağımsız ve devrimci bir kitle hareketi yaratamamış olması belirleyicidir. Bu eksiklik nedeniyle, gençlik kitlelerinin kurulu düzene tepkileri yine düzen içi gerici ideolojilere yönelmektedir. Bu durum, 19 Mart ve sonrasında alanlara çıkan, sokak eylemlerinde yer alan gençlik kitlelerinin attıkları sloganlarda ve taşıdıkları dövizlerde de rahatlıkla gözlemlenebilir.
Öte yandan bu kitlenin içinde faşizmin doğrudan örgütleyip, sevk ve idare ettiği güçler de bulunmaktadır. Bu güçler, kitle hareketi iktidara yöneldiği her koşulda, halk kitlelerinin eylemlerini hedefinden saptırmak için çaba harcamışlardır. Başta Kürt ulusuna ve onun ulusal simgelerine yönelik provakatif pratikler olmak üzere devrimci ve ilerici güçlere, kadın ve LGBTİ+lara yönelik yer yer fiziksel saldırılarda olmak üzere eylemler gerçekleştirmişlerdir. Ancak ifade etmek gerekir ki, başta üniversite gençliği başta olmak üzere sokaklara çıkan kitlenin geneli, yaşamak zorunda bırakıldıkları koşullara, anti-demokratik uygulamalara, faşist baskılara ve iktidara yönelik sokaklara çıkmıştır. Kuşkusuz, bu kitlenin bir kısmı da sola, devrimci harekete yakın çizgidedir.
19 Mart eylemlerinde sokaklara çıkanların başta öğrenci gençlik olmak üzere halk gençliğinin olması tesadüf olarak değerlendirilmemelidir. Bu gerçeğin nedeni, halihazırda başta öğrenci gençlik olmak üzere halk gençliğinin içinde bulunduğu durum olarak özetlenebilir. Halk gençliğinin 19 Mart eylemlerinde ön saflarda olmasının nedeni, gençliğin yaşamak zorunda bırakıldığı koşullar ve gelecek kaygısıyla açıklanabilir: “Türkiye toplumunun son çeyrek asırdır yaşadığı değişim ve dönüşüm genç nüfusu da doğrudan etkilemiştir ve etkilemeyi sürdürmektedir. Özellikle yarı-sömürge koşulların daha da derinleşmesine paralel yoksulluğun artması gençliği de doğrudan etkilemektedir. Gençliğin önemli bir kısmı eğitim sürecinden sonra iş bulamamakta ya da eğitimini aldığı alanda çalışmamaktadır. Bu durum, gençlik açısından bir geleceksizliğe işaret etmektedir. Öte yandan emperyalist sermayeye bağımlı komprador kapitalizmin vasıfsız ve ucuz emeğe dayalı işgücü ihtiyacı genç nüfus tarafından karşılanmaktadır.” (agy, s. 164)
Yukarıdaki değerlendirmede ifade edilen nedenler, 19 Mart ve sonraki günlerde başta öğrenci gençlik olmak üzere halk gençliğinin eylemlere yoğun olarak katılımını açıklar niteliktedir. Hareketin gençlik kitlelerinin öncülüğünde barikatları zorlayan yöneliminin nedeni, gençlik kitlelerinin içinde bulundukları durumdur. Başta öğrenci gençlik olmak üzere halk gençliğinin önemli bir kısmı “gelecek kaygısı” yaşamaktadır. Tam da bu nedenle “Mart Fırtınası”na gençliğin katılımı yoğun olmuş ve süreç E.İmamoğlu’nun tutuklanması ve iki hakim sınıf kliğinin iktidar mücadelesini aşmış, gençliğin düzene isyanına ve tepkisine dönüşmüştür.
Tam da bu gerçeklik nedeniyle, iki hakim sınıf kliğinin iktidar dalaşı, kitlelerin sokaklara çıkmasıyla iki kliğin mücadelesini boyutunu aşmış ve hareket genel olarak kitlelerin içinde bulunduğu duruma özel olarak da AKP-MHP iktidarının uygulamalarına yönelmiştir.
Ana muhalefet partisi CHP’ye kalacak olsa, bildik seçim ve sandık ikileminde, sokakları reddeden “majestelerinin muhalefeti” çizgisi sürdürülecekken, başta üniversite öğrencilerinin önlerine dikilen polis barikatını yıkıp geçmeleri ve kitlesel bir şekilde sokağa çıkmaları, halk kitlelerinin eylemlerini tetiklemiş, CHP bu kitlelerin eylemlerini kontrol etmek ve düzen içinde tutarak kendi klik mücadelesinin arkasında yedeklemek için söylemde de olsa “sol”a kaymıştır.
Nitekim Toplum Çalışmaları Enstitüsü’nün “İmamoğlu Protestoları Katılımcı Analizi” raporu, “Mart Fırtınası”na katılan eylemcilerin yüzde 94.2’sinin 35 yaş altı gençlerden oluştuğunu ortaya koymaktadır. Rapor eylemlere katılan gençlerin, katılma gerekçeleri olarak yüzde 60.6’sının “gelecek kaygısı”, yüzde 52.9’unun “anti-demokratik uygulamalar”, yüzde 31.7’sinin ise “siyasi sistemin taleplere cevap vermemesi” gibi nedenleri ifade ettiklerini belirtmektedir. Toplum Çalışmaları Enstitüsü’nün bu verileri, 19 Mart ve sonrasında sokakları dolduranların yalnızca bir mahkeme kararına değil gençliği ezen kronik sorunların birikimine tepki verdiklerini kanıtlamaktadır. [Kaynak: Toplum Çalışmaları Enstitüsü tarafından “İmamoğlu Protestoları Katılımcı Analizi (Ankara Örneği)” adı ile yayınlanan saha çalışmasından. www.toplum.org.tr/imamoglu-protestolari-katilimci-analizi-ankara-ornegi/ ]
19 Mart ve sonrasında yaşanan eylemlerde özellikle başta üniversite olmak üzere öğrenci gençliğin rolüne ve eylemlerine özellikle işaret etmek gerekir. 19 Mart’ta ilk sokağa çıkan ve polis barikatını yararak ön açan ve böylelikle iki hakim sınıf kliği arasında iktidar dalaşını aşan bir kitlesel eylemliğe dönüşmesinin arka planında gençliğe dayatılan koşulların birebir etkisi vardır: “Ekonomik kriz üniversite gençliğini doğrudan etkilemektedir. Eğitimin özelleştirilmesiyle, üniversite eğitiminin paralı hale getirilmesi, yüksek harç ücretleri yanında, barınma, beslenme ve ulaşım sorunu olmak üzere üniversite gençliği yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamada önemli zorluklar yaşamaktadır. Bunun yanında öğrenci gençliğe yönelik faşizmin doğrudan kolluk ve tarikatlar gibi kurumları aracılığıyla baskıları, eğitimin anti bilimsel ve halk düşmanı içeriği vb. gençliğin devrimci dinamizmini engellemeyi hedeflemektedir. Bu tablo içinde üniversite gençliğinin, kültürel ve sanatsal ihtiyaçlarını karşılaması lüks olmaktadır.” (agy, s. 164)
Bütün bu koşullar nedeniyle, başta öğrenci gençlik olmak üzere halk gençliği “Mart Fırtınası”na etkin olarak katılmıştır. Bu durum, 19 Mart ve sonrasında alanlara çıkan, meydanları dolduran ve yer yer polis barikatlarını zorlayan gençliğin isyanının nedenini açıklamaktadır. Ve elbette “meselenin sadece İmamoğlu’nun tutuklanması meselesi” olmadığını da göstermektedir. Türk hakim sınıf klikleri arasındaki iktidar dalaşı ve 19 Mart’la birlikte yaşanan gelişmeler, gençlik kitlelerinin kendilerine dayatılan koşullara, haksızlıklara, adaletsizliklere, geleceksizliğe karşı isyanını tetiklemiştir.
Hareket, kendisini, CHP’nin politikasının arkasında yedeklenmesine karşı yer yer CHP’yi ve izlediği çizgiyi eleştiren söylem ve pratik içine girmiştir. Örneğin öğrenci gençliğin sisteme yönelik öfke ve tepkisini Saraçhane’de gerçekleştirilen mitinglere kanalize etme çabası, gençliğin Beşiktaş vb. gibi alternatif buluşmalar örgütlemesine yol açmıştır.
Gençlik hareketinin, 19 Mart eylemlerine aktif olarak katılımı ve hatta Beyazıt’ta polis barikatını yararak fiili olarak sürecin önünü açması birdenbire ortaya çıkmış değildir. Bu noktada genel olarak halk kitlelerinin “Gezi’den sonra” sokaklara çıkmamaları, faşist baskılara, anti-demokratik uygulamalara karşı fiili bir itiraz geliştirmemiş olmaları, yapılan kimi değerlendirmelerde başta üniversite gençliği olmak üzere halk gençliğinin sessizliğine yorumlanmıştır. Bu görüş kökten yanlıştır. Çünkü başta üniversite öğrencileri olmak üzere gençlik hareketi, kendisine dayatılan koşullara, geleceksizliğe, barınma, beslenme vb. gibi yaşamsal sorunlara karşı belli bir eylemlik süreci içindeydi: “Gençlik kitleleri kendisine dayatılan çalışma, yaşam ve eğitim koşullarına yönelik belli bir tepki içindedir. İşçi sınıfının filli meşru eylemlerinde genç işçilerin belli bir etkisi vardır. Öğrenci gençlik ise kendisine dayatılan faşist ve gerici eğitime karşı belli bir hoşnutsuzluk içindedir. Özellikle üniversite gençliği, barınma ve ulaşım sorunlarına karşı yer yer kitlesel eylemler gerçekleştirmektedir. Öğrenci gençliğin barınma sorununu çözmek adı altında birer kışla olarak kullanılan yurtlarda yaşanan asansör cinayetlerine yönelik kitlesel eylemler bu tepkinin ifadesidir.” (agy, s. 164)
Halk gençliği başta olmak üzere kitlelerin eylemlerinin düzen içinde kalması, iktidarı zorlayamamasının birinci nedeni, bağımsız devrimci bir kitle hareketi yaratılamamış olması olsa da, kitlelerin içinde bulundukları koşullara yönelik öfke ve tepkilerinin bizzat muhalefet partisi aracılığıyla “seçim ve sandık” adres gösterilerek, “sokaklar iktidarın işine yarar” denilerek pasifize edildiğini ve düzen içinde tutulduğunu da ifade etmek gerekir. Nitekim kitleler, bu gerçeği eylemlerde attıkları “Mitinge değil eyleme geldik” ve açtıkları “Kurtuluş sandıkta değil sokakta” içerikli döviz ve pankartlarla net olarak ifade etmişlerdir.
Öte yandan 19 Mart ve sonrasında yaşanan süreçte gerçekleştirilen eylemlerde sadece öğrenci gençliğin katılımı söz konusu değildir. Eylemde başta işçi gençlik olmak üzere, AKP-MHP iktidarının uyguladığı ekonomik politikalar nedeniyle giderek yoksullaşan şehirli çeşitli sınıf ve katmanların ve kadınların katılımı da söz konusudur. Nitekim İstanbul’daki eylemlerde tutuklananların mahkeme belgelerinden hareketle yapılan şu değerlendirme bu gerçeğe işaret etmektedir: “İstanbul’daki tutuklama kararındaki meslek bölümüne çoğunlukla ‘öğrenci’ yazılmış. Doğum tarihleri 2000 ve sonrası. Ancak öğrencilerin yanısıra tutuklananların en az yarısı farklı meslek grubundan insanlar. Özellikle mavi yakalılar kadar beyaz yakalılar dikkat çekiyor. İçlerinde ciddi bir kadın sayısı da var. İstanbul’da verilen 10 ayrı tutuklama kararındaki eylemcilerin meslekleri şöyle: Bilgisayar mühendisi, finans uzmanı, hurdacı, esnaf, tekniker, dövmeci, antrenör, fırıncı, balıkçı, sağlık sektörü yöneticisi, halk müziği sanatçısı, çevirmen, eczacı, kuaför, müzisyen, garson, bankacı, aşçı, hemşire, muhasebeci, muhtar, iş insanı, manken, tüccar, avukat, müşteri hizmetleri temsilcisi, şehir plancısı, arama kurtarma eğitmeni, satış danışmanı, satış müdürü, doktor, pazar araştırma analisti, kurye, sendika uzmanı, iş analisti, finansal bütçe raportörü.” (Alican Uludağ’ın X hesabı paylaşımdan)
Görüleceği üzere “Mart Fırtınası”na katılanların büyük çoğunluğu, öğrenci gençlik olmakla birlikte, kitle hareketinde yer alanların “en az yarısı” farklı meslek gruplarında çalışan, emeğiyle geçinen işçi sınıfı ve küçük burjuvazinin çeşitli katmanlarından oluşmaktadır. Eylemlerde ayrıca kadınların katılımı da önemlidir. Ayrıca gözaltına alınan ve tutuklanan kadınların, hapishanelerde çıplak arama adı altında cinsel işkenceye maruz bırakılması ne tekil bir “istismar vakası” ne de “yasa dışı bir uygulama”dır. Bu, TC devletinin kadın bedenini bir savaş alanına çevirdiği, politik terörün en organize halidir ve devletin kadınlara yönelik özel politikasını göstermektedir. Bu ve benzeri uygulamaların hedefinde, kadın bedeninin bir itaat aracı olarak kırılması vardır. Ve amaç kadınların politik alandan silinmesidir.
Ancak tüm bunlara rağmen sokakların terk edilmemesi, başta öğrenci gençlik olmak üzere halk gençliğinin ve halk kitlelerinin içinde bulundukları duruma isyan ettiklerini ve dahası kendilerine vaat edilen “rezil bir geleceğin kölesi olmayı” reddettikleri anlamına gelmektedir.
“Mart Fırtınası”nın öğrettiği
Türk hakim sınıf klikleri arasında 19 Mart’la birlikte yeni bir aşamaya evrilen iktidar mücadelesi, halk kitlelerinin içinde bulundukları koşullara yönelik öfke ve tepkisinin günlerdir sokakları zapteden eylemlerini tetiklemiştir. Başta öğrenci gençlik olmak üzere kitleler, faşizmin “gösteri, yürüyüş ve eylem” yasaklarını tanımamışlar ve içinde bulundukları duruma isyan etmişlerdir.
Bu hareketin burjuva muhalefetin temsilcisi CHP’nin kendi kliğinin iktidar mücadelesi açısından araçsallaştırılması ve giderek kendi kontrolünde düzen içi bir mecraya çekilme çabası, hareketin düzen dışı yönelimini ve kitlelerin taleplerinin devrimci niteliğini karartamamıştır. CHP, düzen partisi olarak üzerine düşen görevi yapmaktadır.
Sorun kitlelerin düzene olan öfkesini başta CHP olmak üzere, burjuva muhalefetin peşine takılmasını önleyebilecek ve dahası halk kitlelerinin öfke ve tepkilerinin hakim sınıfların iki kliğinin iktidar mücadelesinin arkasında yedeklenmesini engelleyebilecek bağımsız bir kitle hareketinin yaratılamamış olması ve bunu örgütleyebilecek güç olan devrimci çizginin kuvveden fiile çıkarılamamış olmasıdır.
19 Mart ve sonraki günlerde yaşanan halk kitlelerinin “Mart Fırtınası” göstermiştir ki, geniş halk kitlelerin eylemleri devrimci hareket ve komünist hareketin önüne geçmiştir.
Bu objektif gerçeklik devrimci ve komünist hareketin asla kabul edebileceği bir şey değildir. Kitle hareketinin gerisinde kalmak, devrimci ve komünist hareketin kendi varlık iddiasıyla terstir. Bu anlamıyla kitlelerin “Mart Fırtınası”nı Mayıs’ın kızıllığıyla buluşturmak için daha güçlü biçimde harekete geçmek, bütün yetmezlik ve eksikliklere rağmen kitlelerin içinde yer alarak, onların talep ve eylemlerine yanıt olacak şekilde müdahil olmak gerekir.