19-20 Mayıs tarihlerinde İstanbul’da, Taksim Hill Otel’de Partizan, SMF ve Yeni Dünya İçin Çağrı tarafından düzenlenen “68 ve Kaypakkaya” konulu sempozyuma yakınlaşırken, sempozyumda konuşmacı olan Mukaddes Erdoğdu Çelik ile 68 kuşağını ve kadınları konuştuk. Çelik “Erkek egemen saflar bu gerçeklikle yüzleşmeli, hızla buluşmalı; ki bu noktada gelişmeyi, tüm eksikliklerine karşın muazzam buluyorum” diyor.
– Bildiğiniz gibi bu yıl 68 hareketinin 50. yılı. Tüm dünyada ve ülkemizde 68, sonuçları hala bugün görülen önemli gelişme ve olayların yaşandığı bir yıldı. Siz 68’i yaşayan biri olarak 68 kuşağı ya da hareketini kısaca nasıl tanımlarsınız?
– 50. yılında 68’in yaratıcılarına ve emekçilerine saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Ayrıca Marks’ın doğumunun 200. yılı dolayısıyla iyi ki bilincimizi ve hayatımızı aydınlatmaya devam ediyorsun Marksizm, diyorum.
68 tüm dünyada bir başkaldırı hareketi olarak başladı, hareket kendi limitlerine şu ya da bu nedenle ulaştığında, başka kulvarlara aktı. Öncelikle emperyalist işgaller ve katliamlara karşı Batı’da kentleri tutan büyük kitle hareketiydi. İşgallere karşı süren anti-emperyalist direnişin destekçisi büyük bir hareketti. Özel olarak ABD emperyalizminin Vietnam işgali nedeniyle uyguladığı vahşete, siyah halka uyguladığı eşitsizlikçi politika ve pratiğin her türüne karşı kitle hareketiydi. Che’nin “gerçekçi ol, imkansızı iste” diyen sesinin karşılığı olarak tüm dünyada kapitalist sömürü çarkına itiraz ile ütopist komünalizm savunusuydu.
Bir başka dünya mümkündür derken, yer yer sosyalizmin revize halinden de kopuş isteğiydi 68. Fransa’da ve Avrupa’nın tümünde kapitalist sitemin hemen her unsuruna, üniversiteli gençliğin ayaklanmasıydı. Paris barikatlarının üniversitelerden başlayarak yeniden kuruluşuydu. İşçi sınıfı Sovyet yanlısı “resmi” komünist parti ve sendikalarca 68 katılmamaya zorlanmış ama hareketin gelişmesiyle, zincirlerini kırmış mücadelede yerini almıştır.
68 Kuşağı bütün bu durumlarla karşılaşmış, mücadelelere katılmış, sorgulamış, hesaplaşmış; fedada sınır tanımamış, kendini toplumsal bütün kavgaların neferi haline getirmiş ve de hareketin ortaya çıkardığı değerleri yaşatmış, yaşatmaya çalışmış kuşaktır. -Kadın/cinsiyet meselesi ve mücadelesi hariç!- Bütün dünyada 68 başkaldırısı her türden iktidarın saldırıları, gözaltı ve tutuklamalarıyla karşılaşmıştır. Kimi ülkelerde; Endonezya, Yunanistan, Türkiye… faşist askeri darbelerle önü kesilmiştir. Avrupa’dan Japonya’ya, Türkiye’ye kadar pek çok ülkede faşist karşıdevrimlere silahlı devrimci direniş yanıtı bu dönemin ardından üretilmiştir.
Güney Afrika, Asya halklarının klasik sömürgecilikten kalma yeni tür sömürgeciliğe karşı isyanıydı 68. Güneydoğu Asya’da faşist kukla rejimleri yıkmak için yola çıkmış devrim denemeleriydi. Latin Amerika’da, doğu ve Güneydoğu Asya da gerilla savaşlarının tanınır hale gelmesiydi. Çin’de Kültür Devrimi, Sovyetler Birliği’nde geri dönüşlerin açığa çıkması ve Çekoslavakya gibi dış işgallerin başlamasıdır.
“Her bir hakkın yasa sayfalarından çıkıp hayata girişi, bunun kavgasıdır 68”
– 68 bizim coğrafyamız açısında da önemli bir yıl. Bugünkü devrimci hareketin temellerinin 68 kuşağının ortaya çıkışı ve gelişimi içinde filizlendiği ve olgunlaştığını söylemek mümkün… Ülkemizde 68 nasıl başladı, nasıl bir yol izledi?
– Türkiye’de somut olarak üniversite öğrencilerinin boykotlarıyla başlayıp işgaller ve toplumsal bütün hareketlere katılmalarıyla devam etmesiydi. ODTÜ’de DEVRİM yazısıydı. Amerikalı Commer’in arabasının yakılmasıydı. Boğaziçi’nin Amerikan koleji olmaktan çıkıp özerk üniversitesi oluşuydu. Özel üniversiteleşmenin önüne geçme hamlesiydi. Nitekim 12 Mart döneminde özel üniversiteler çoğunlukla devletleştirilmiştir. İşçi sınıfının grev hareketlerinin birikiminden çıkan DİSK öncülüğünde fabrika grevler, direniş ve işgalleri olarak gelişip 15-16 Haziran büyük direnişine, bölgesel bir halk hareketine varmasıydı. Topraksız köylülerin toprak işgallerine başvurduğu, küçük üretici köylülüğün kapitalist ekonominin kumanda merkezlerini kendi durumunu değiştirmeye yönelik büyük kitlesel hareketleriydi. Taban fiyatlarının yükselmesi, tarım girdilerinin ucuzlatılması ve pazar sorunlarının dile gelmesiydi. 61 Anayasasına yansıyan hak ve özgürlüklerin sınırlarının genişlemesi 68 Hareketinin en büyük yasal dayanağı olmuştur. Her bir hakkın yasa sayfalarından çıkıp aydınların ve emekçilerin hayatına girişi, bunun için kavganın zamanıdır 68. TİP’in kuruluşu ve Türkiye toplumunun gündemine sosyalizm bilgisi ve bilincini sokmasıdır. Marksist klasiklerin, 12 Mart’ta ağır cezalara mal olsa da açıkça yayınların ve yayılır hale gelmesidir.
Anti-emperyalist bilinç ve mücadele sürecin en belirleyici ideolojik akımı olmuştur.
Keza, antifaşist bilinç ve mücadele bununla paralel gelişmiştir. Sosyalist-devrimci örgütlenmelerin kitleselleşme alanı yaratmıştır. Devlet, rejim, parlamento sorgulanması sonraki mücadele rotasını hazırlamıştır.
“Bizim devre son sınıf çoğunlukla artık devrim sempatizanıydık”
– O döneme dair doğrudan tanıklığınız var… 68’e siz nerede yakalandınız, sizi içine nasıl aldı, nasıl bir süreç yaşadınız?
– 68 başkaldırısı yılları benim lise yıllarımdır. Üniversitelerdeki boykotlar, aydınların bir parçası olarak öğretmenlerin mücadelesi, TÖS boykotu bize yansımıştır. Yatılı okulda “bit boykotu” yaptığımızda, hocalarımız bizi, üniversitelere mi özendiniz diye azarlamışlardı. Üniversiteler kapatılıp arananlar listeleri yayınlandığında kulaklarımız radyodan ayrılmıyordu. Lise biterken artık adlarıyla silahlı eylemler yapan örgütleri duyuyor, Denizlerin eylemlerini büyük dikkatle izliyorduk.
12 Mart darbesi olduğunda sınıfta hocalarımızla “iyi mi kötü mü” diye tartışmıştık. Mahirleri yakalamak için yapılan ilk balyoz hareketinde bizim kitap dolaplarımız da aranmış, Dev-Genç’liler “yakalanmıştı”. Bizim devre son sınıf çoğunlukla artık devrim sempatizanıydık ama devrim tam neydi bilmiyorduk. O günlerde ilerici askerlik hocamız bizi Selimiye Kışlasına, tatbikat diye götürmüş ve biz de tutuklu Ömer Ayna’yı ile İlhan Selçuk’u hücre kapılarında ziyaret etmiştik. Büyük bir sempatimiz oluşmuştu her ikisine de. Dönemin sonunda ben de tutuklu devrimciydim artık.
“Bu gözüpek devrimci çıkışı devrimci mücadelenin ilk kilometre taşı oldu”
– 68 kuşağının toplumsal ve bireysel bağlamda her türlü ilişki biçimini sorguladığı, gerek kendi içinde gerekse de içinde yer aldığı toplumsal ilişkiler anlamında ciddi bir hesaplaşmaya girdiğine tanık oluyoruz… Sözgelimi siyasal düzlemde yeni siyasi akımların, yoğun tartışmaların ve arayışların olduğu bir dönem, Denizlerin, Mahirlerin ve Kaypakkayaların 71 devrimci çıkışının temelleri 68’de yürüyen tartışmalara dayanıyor nihayetinde… Bu konuda siz ne dersiniz?
– 12 Mart ortamı öncesi, daha doğrusu 15-16 Haziran sonrası, 68’i yaratan koşullar ile ortaya çıkan hareketin bilançosu karşı devrimin sivil-polis ve asker güçleriyle saldırıyı başlattığında, eylem sırasında sıkıyönetim ilan edildiğinde devrim ve mücadele adına her şey yeniden tartışma gündemine girmiştir. Hatta öteden beri sürüp giden tartışmalar saflaşma ve bölünmeleri çoğaltarak gelişmiştir.
İdeolojik-teorik bölünmeler, pratik bölünmeler getirecektir. Mücadelenin legal sınırları, illegal çalışmanın olanakları; parlamento ve reformlar mı şiddete dayalı devrim mi ana konular haline gelmiştir. Yaklaşık beş altı yıla varan tartışmalar ise; Çin devrimi mi Sovyet devrim yolu mu; Türkiye emperyalizme bağımlı kapitalist mi yarı sömürge yarı feodal mi; buna sosyalist devrim mi demokratik devrim mi; şehirler mi kırlar mı esas alınacak; SB sosyalist mi revizyonist mi; Kürt ulusal ve sorunu mu Kürt halkı mı, Kürtler ayrı mı birlikte mi örgütlenmeli…soruları etrafındaki ayrışmalar hız kazanmıştır. 12 Mart yarı askeri faşist darbesine doğru akarken zaman mücadelenin hızı, temposu ve kitleselliği yeni durumdan hızla etkilenmeye başlar. Bu bir büyük yol ayrımıdır. Bir ana akım; gelmekte olan faşist dalgaya karşı Sosyalist Kurultay toplayarak antifaşist mücadele cephesi kurmak için uğraşır.
Bu akımın içinde bir yandan da illegal örgütlenme ve devrim mücadelesi hazırlıklarına eğilimli olanlar vardır. Diğer ana akım ise; varılan aşamada rejime ve düzene karşı, emperyalizme karşı silahlı mücadeleye hemen başlamak, bunun için illegal örgütlenme gerektiğini düşünüp buna girişenler vardır. Şehirden mi kırdan mı ya da önce şehir sonra kır diye ikiye ayrılmak, biri Latin Amerika devrim tarzından, diğeri Çin-Vietnam devrim tarzından esinlenen iki kol halinde silahlı eylemlere başlayacaklardır. İşte bu ikinci yol; Denizler ve THKO, Mahirler ve THKP, sonra İbrahim Kaypakkaya ve TKP/ML oluşacaktır. Bu karşı devrime karşı gözüpek devrimci çıkışı, bugüne kadar gelen devrimci mücadelenin ilk kilometre taşları olmuştur; bugünlere uzanan yolda onların yarattığı değerleri kuşanarak geldik. Ayrı ayrı yola çıktılar ama aynı ortamlarda oluştular, benzer yolları izlediler. Faşist barbarlık karşısında teslim olmamayı, birbiri için ölmeyi, aynı siperi tutmayı, halkların kardeşleşmesinin önemini öğrettiler en çok. Onlar zamanın en büyük akılları, iradeleri ve eylemcileriydi. 68’in devrimci mirası da bu topraklarda onların eylemlerinde yeni kuşaklara taşındı. Bugün hala en çok onlar anılıyorsa hiç boşuna değil, gerçekliğin yansımasıdır bu.
“Ana akımların içinde ‘kadın sorunu’ diye bir mesele yoktur”
– 68’in en önemli yanlarından biri de-çok bilinmese de- kadın yüzü… O döneme bir kadının gözünden baktığımızda nasıl bir tablo çıkar karşımıza?
– Bu çok genel tablonun içinde, hiç olmazsa Batı’dan farklı olarak ne bağımsız bir kadın hareketi ne de ana akımların içinde “kadın sorunu” diye bir mesele yoktur. Kadın deyince, tüm hareketlerin içinde kadınlar ilk kez bu kadar kalabalık ama kendi kimlikleri, bilinçleriyle değil; hatta “kadın sorunu”na yabancı-ilgisiz, kör bir mücadele atmosferi, kadınlar ve örgütler yığını… Bu tartışmayı dâhil ettiğim “Demir Parmaklıklar Ortak Düşler” adlı kitap çalışmamda 12 Mart döneminde işkenceden ve cezaevlerinden geçmiş, sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanmış devrimci kadınları yazmıştım. İstanbul Sağmalcılar cezaevini dolduran devrimci kadınlar bu üç silahlı mücadeleyi savunan örgütlerin saflarında mücadeleden gelmişlerdi.
Kadın bilincinin kenarından bile geçmemekteydiler. Erkek egemenliği nedir diye bir sorumuz yoktu. Benim bahse konu edemediğim Ankara Yıldırım Bölge’de daha çok birinci akıma dâhil kadınlar vardı ve onlar bu konuda daha aydındı. Mesela Sevgi Soysal yazdıklarıyla erkek egemenliği altında kadının ikincil hallerini sorgulayan bir kadın olarak istisna sayılır. Ve 68, cinsiyet/kadın devrimiydi. Erkek egemen kapitalist emperyalist sistemde 2. dalga feminist hareketin ortaya çıkışıydı. Kendinden önceki bütün toplumsal alt üst oluşlar zamanlarındaki gibi, cinsiyet çelişkisinin başını uzatıp; ben de varım, çözümümü istiyorum demesi anlamına gelir 68 başkaldırısında. 68 damgasını basan bütün eğilimler, hareketler ve de örgütler, bu gerçeğin yanına bile yaklaşmayan cins körlüğünü sürdürecektir ama. 2. dalga feminist hareket, izleyen zamanda sosyalizmde ve sosyalist hareketlerde erkek egemenliği olgusuyla mücadeleyle tamamlanacaktı. 70’lerin başında sosyalist feminist kadın fikri ve örgütlenmeleri doğacaktı.
“Kadınlar yeni yaşam modellerini kuruyor”
– Son olarak 19-20 Mayıs’ta-İstanbul’da düzenlenecek “68’in 50. yılında ‘Gerçekçi ol imkânsız görüneni iste’; 68 ve Kaypakkaya” başlıklı sempozyumda konuşmacı olacaksınız. 68’in tarihsel mirası özellikle de OHAL’le derin bir karanlığa mahkûm edilmek istendiğimiz şu koşullarda bize ne anlatır?
– Bugünkü siyasal-iktisadi-toplumsal durum da tıpkı 68’lerde olduğu gibi yönetenler için kriz, yönetilenler için de krizin faturasını ödememek ve “bir başka dünya” kurmak eylemini gerçeğe kavuşturmaktır. O “başka dünya” bu momentte Rojava’da ve Kürt direnişinin tem ezilenlere armağanı gibi. O yüzden de Türkiye dahil bütün gereici faşist rejimlerin saldırgan bakışlarını esirgemediği yeni hayat. Tüm dünya da bir yığınsal hareket var. Hele Türkiye de tek adam faşist rejimine karşı her geçen gün güçlenen bir mücadele var.
68 gibi olması için ne engel var? Hatta ve belki de en büyük fark; artık Ortadoğu, Kürt kadınlar başta olmak üzere dünyada güçlü, örgütlü, bilinci ve iradesi yüksek bir kadın hareketi var. Bu bağlamda dünyada bir “kadın devrimi heyulası” dolaşıyor. Bu ileriye atılan, atılacak olan işçi-emekçi tüm halklar için yeni büyük bir olanak. Bakın kadınlar yeni yaşam modellerini kuruyor, demokratik mekanizmalarla insanlığı yönetiyor. Trump’u bile 2 milyon kadın protestoyla karşılıyor. Erkek egemen saflar bu gerçeklikle yüzleşmeli, hızla buluşmalı ki bu noktada gelişmeyi, tüm eksikliklerine karşın muazzam buluyorum.