Ortadoğu: Emperyalist Rekabetin-Çatışmaların Odağı
“Tüm bu yıkıcı politikalara-ırkçı ve faşist hareketlere karşı işçi ve emekçiler cephesinde devrimci bir hareketin gelişme dinamikleri her zaman mevcuttur. Burada asıl olan, devrimci öznelerin bu emperyalist saldırganlığa, gericilik dalgasına karşı geniş emekçi yığınlarda oluşan tepkileri örgütleme ve mücadeleyi geliştirme becerisidir.”
17 Aralık 2024
İçinden geçmekte olduğumuz yüz yılda, emperyalistler ve işbirlikçileri tarafından Afganistan, Libya ve Irak da yarattıkları sorunlara “çözüm” diye sunmuş oldukları projelerin yol açtığı yıkımlar bütün sonuçlarıyla karşımızda durmakta. Açık ki, alternatif olma iddiasıyla etnik-mezhepsel motivasyonla harekete geçen-geçirilen bu güçler, mevcut iktidarların değişimiyle birlikte, kendi ideolojik şekillenişlerine uygun olarak iç iktidar mücadelesine yönelirler. Çünkü her güç, diğer gücü varlığı için bir tehdit olarak görüyor.
Keza, bu temelde yoğun çelişkilerin yaşandığı ülkelere dışardan müdahale eden emperyalist odaklar da halkların birleşmesinin önünde engel olan tarihsel düşmanlıkları her fırsatta canlı tutmayı bir görev haline getirirler. Yani “böl-yönet” stratejilerinin hayat hakkı bulması için bu tablonun yaratılmasını bir zorunluluk olarak görüyorlar. Emperyalistlerin ve suç ortaklarının bu yıkıcı politikalarını boşa çıkarmak için, öncelikle ilerici-demokratik güçlerin ortak çıkarları doğrultusunda birleşerek mücadele etmeleri gerekir. Hiç kuşkusuz Ortadoğu gibi bir coğrafyada bu çizgide yürümenin zorlukları oldukça fazladır. Ama gerçek manada demokrasiye, özgürlüğe ancak bu yoldan varılır. Diğer tüm yollar sonuç itibariyle tuzaklarla doludur. Emperyalistler ve bölgedeki suç ortakları tarafından “çözüme” dair sunulan-açılan tüm kanallar tamamen onların bölgesel çıkarlarına ayarlıdır. Çıkarlarına ters gelişmeler olunca da açtıkları kanalları kapatırlar. Bu durum karşısında “yine ihanete uğradık” feryadı, ortaya çıkan hiçbir sonucun telafi edilmesine faydası olmaz.
Bu türden ihanetleri öngörmek için her zaman şu gerçekleri dikkate almak gerekir. Birincisi, tarihi tecrübeler açısından yakın süreçlerde hem genel hem de bölgesel bazda yaşanan pratiklerden öğrenmesini bilmeliyiz. Bu anlamıyla bugün Suriye’de muhtemel gelişmelere dair öngörülerimizi ortaya koyarken, Afganistan, Irak ve Libya’daki tarihi süreçleri yeniden gözden geçirmekte fayda vardır. Evet koşullar farklılaşıyor, kimi aktörler sahneden uzaklaştırılıyor. Değişmeyen tek şey, emperyalistlerin süren hegemonya mücadelesidir. Bundan dolayı bir avuç emperyalist burjuvazinin ve yerel uşaklarının çıkarlarını korumak için her türlü yıkıcı politikalar uygulamakta asla tereddüt etmezler.
İkinci önemli faktör de tam da yukarıda işaret ettiğimiz gibi emperyalistlerin amaç ve hedefleri konusunda berrak görüşlere sahip olmak gerekir. Emperyalizmin niteliği konusunda kafalar karışık olursa, olup bitenleri doğru bir tarzda yorumlamak daha da zorlaşır. Bu nedenle değerlendirmelerimizde daha fazla hataya düşmemek için bilimsel yöntemi elden bırakmamalıyız. Madem insanlık tarihi sınıflar mücadelesi tarihidir diyorsak, o zaman sınıfsal yaklaşımdan-proleter bakış açısından uzaklaşmamalıyız. Her olayı, her gelişmeyi bu bakış açısıyla ele alıp sorgulamalıyız.
Soruna bu çerçevede yaklaştığımızda bugün Ortadoğu’da yaşanan işgal-ilhak politikalarını, kapitalist-emperyalist sistemin niteliğinden ve güncel bağlamından, krizinden bağımsız olarak ele alamayız. Çok yönlü ve kapsamlı olarak krizin boyutu arttıkça, emperyalist güçler arasında süren hegemonya mücadelesi de o denli artar. Ortadoğu’da bugün yaşananlar bu genel tablonun güncel bağlamda somutlaşmış halidir.
Haksız savaşlar, yeni pazarlara ulaşmanın aracıdır
Tabii ki, bölgesel çapta süren bu savaşta en karlı çıkacak olan güçler, bu sürece daha hazırlıklı olan güçler olacaktır. Ve içine düşmüş oldukları bu çok yönlü krizleri bölgesel çatışmalarla hafifletmeyi hedefliyorlar. Var olan güçler dengesinde farklılaşmalar yaratmaya çalışıyorlar. An itibariyle bölgedeki gelişmelere baktığımızda ABD-NATO güçleri, bölgesel aktör bazında İsrail Siyonizmi ve kısmen faşist TC lehine avantajlar ortaya çıkmış durumda.
Bilindiği gibi, haksız savaşlar, krizleri aşmanın, yeni pazarlara ulaşarak nüfuz alanlarını genişletmenin birer aracıdır. Ortadoğu coğrafyasına yapılan emperyalist müdahaleleri ve emperyalistler arasında kızışan rekabeti de bu anlayış çerçevesinde okumak gerekir. Bölgedeki enerji kaynakları, enerji yolları, su kaynaklarının varlığı bu coğrafyada yakın gelecekte de bu hegemonya savaşlarının süreceğine işaret ediyor. Bu nedenle Suriye’de yaşananlar bu bölgede ilk olmadığı gibi son da olmayacaktır.
An itibariyle esas olarak ABD-İsrail lehine bir değişim yaşansa da çatışmalar durmayacak, farklı biçimlerde sürecektir. Öyle görünüyor ki, ABD ve İsrail devleti askeri ve psikolojik olarak sağladıkları üstünlüğü daha da kalıcılaştırmak için sahadaki saldırganlığını sürdüreceklerdir. İsrail devletinin, Esat rejimi devrilmesine rağmen Suriye devletinin askeri tesislerine, limanlarına, hava alanlarına dönük saldırılarını sürdürmesi, yalnız destekledikleri cihatçı güçlere şimdiden verilen bir mesajı içermiyor. Aynı zamanda Suriye’de var olan yıkımı daha da derinleştirerek, bu güçlerin toparlanmasını uzun bir sürece yaymak istiyorlar. Bağımlılıklarını kalıcılaştırmaya çalışıyorlar. Akıldan çıkartmamak gerekir ki, bu güçler arasındaki ilişkiler esas olarak çıkarlar üzerine kuruludur. Dostluklara dair ifade ettikleri tüm söylemler, kumdan inşa edilmiş şatolar gibidir. Bu durum an itibariyle Suriye’de iktidara yerleşme planlarını yapan emperyalistlerin piyonları selefi çeteci gruplar için de geçerlidir. ABD, İsrail devletinin başını çektiği haydut güçler, bölgede “böl-yönet”, “çatıştır-zayıflat” karşı devrimci pratiklere daha çok başvuracaklardır.
TC’nin bu karmaşık süreçte öncelikli hedeflerinden biri Kürtlerin herhangi bir kazanım elde etmesini önlemeye çalışmaktır. Bunun için öncelikle Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi’nin (KSÖY) kontrolünde olan kentleri, kasabaları çeteci gruplarla birlikte geri almaya çalışacaktır. Bunun için her türlü provokasyona başvurulacaktır. KSÖY içinde olan Arap aşiretlerini kışkırtmaya çalışmak da buna dahildir. Bölgeye müdahale eden güçlerin inisiyatifinde yeniden şekillenecek yönetimde Kürtlerin yer almaması için her türlü şantaja başvurmaktan çekinmeyecektir. Kamuoyuna dönük açıklamalarda “Kürtlerin müttefikliğinden” söz eden ABD emperyalistleri, Türk devletinin ve çetelerinin sahadaki saldırılarına karşı herhangi bir tutum almamaktadır. Tabii ki, bu durum asla şaşırtıcı değildir. ABD için öncelikli olan bölgesel çıkarlarıdır, İsrail devletinin güvenliğidir. Kürtlerle ilişkilerini belirleyen de bu politikalarla uyumlu hareket etme düzeyidir. Bu durum yalnız ABD emperyalistleri için değil diğer emperyalist güçler için de geçerlidir. TC’nin Kürtlere dönük yürütmüş olduğu saldırgan politikalara karşı suskunluğu tercih eden bu güçler, Şam’a yerleşen ve daha önce terörist diyerek başına ödül koydukları çeteci başını aklama telaşı içindeler. Emperyalistlerin ikiyüzlü politikalarını anlamak yani suçluyu suçüstü yakalama bakımında bu pratik tutum oldukça ikna edicidir.
Türk devletinin, Suriye’nin iç işlerine müdahalesi uzun yıllara dayanmaktadır. Dolayısıyla çete gruplarla kurulan bu ilişki ve kader birliğinin hem bölgede hem de iç siyasette belli yansımaları olacaktır. Örneğin Esat rejimini yıkmak için İsrail devletiyle aynı mevzide konumlanan Türk devletinin bölge siyasetinin başka sahalarında karşı karşıya gelmeleri kaçınılmaz gibi görünüyor. Aynı durum eski Astana sürecindeki ortaklarıyla olan ilişkiler için de geçerlidir. Bu nedenle içerde siyasal İslamcı-ırkçı milliyetçi güçlerin zafer çığlıkları bağrında yeni korkular taşımaktadır. Türk egemen sınıfları da yeni oluşabilecek bu risklerin farkındadır.
Emperyalizm ile hesaplaşma
Bölgedeki son siyasal gelişmeler, emperyalist-kapitalist sistem krizinin yerküremizde yaratmış olduğu tahribat ve sosyal yıkım noktasında bize somut veriler sunmaktadır. Bu krizde işçilerin-emekçilerin, ilerici insanlığın lehine kendiliğinden bir gelişim olmaz. Her halükârda devrimci bir tarzda iradi bir müdahaleye, ezilenlerin itirazlarını, öfkesini örgütlemeye ihtiyaç vardır.
Bugün aynı zamanda faşist hareketlerin yerküremizin birçok coğrafyasında tırmanışa geçtiği ve emperyalist savaş tehlikesinin arttığı bir dönemden geçiyoruz. Bu tablo bize dünya halklarına, ezilen uluslara karşı baskıların, saldırı politikalarının daha da hız kazanacağı mesajını da veriyor. Bunun en güçlü işaretlerini bugün Ortadoğu’da ABD emperyalizmi, NATO güçlerinin, İsrail Siyonizmi, faşist Türk devleti ve cihatçı güçlerin karşı devrimci pratiklerinde görüyoruz.
Bu faşist ve gerici dalgaya karşı başta sınıf bilinçli proletarya olmak üzere tüm ileri-devrimci güçlere büyük görevler düşüyor. Bunlardan biri en geniş işçi ve emekçileri bu tehlikelere karşı duyarlı hale getirmek, genel ve yerel düzeylerde anti emperyalist, anti-faşist birlikler oluşturmak için çaba sarf etmektir. Yine yaşanan ekonomik krizden dolayı, her geçen gün üretenlerle, yönetenler arasındaki eşitsizlik artıyor. Emperyalist müdahaleler, işgaller, dizginsizce sürdürülen sömürü politikaları, emperyalistlerle ezilenler arasındaki çelişkiyi belirginleştiriyor. Özellikle bölgesel düzeyde çatışmaların yaşandığı ülkelerde daha büyük yıkımlar yaşanmakta, milyonlarca insan yerinden edilerek göç yollarına düşmektedir.
Tüm bu yıkıcı politikalara-ırkçı ve faşist hareketlere karşı işçi ve emekçiler cephesinde devrimci bir hareketin gelişme dinamikleri her zaman mevcuttur. Burada asıl olan, devrimci öznelerin bu emperyalist saldırganlığa, gericilik dalgasına karşı geniş emekçi yığınlarda oluşan tepkileri örgütleme ve mücadeleyi geliştirme becerisidir. Bu anlamıyla güncel bağlamda Filistin halkının İsrail siyonizmine, Kürt halkının Türk devletine, cihatçı çetelerine karşı yürüttükleri mücadeleyi sahiplenmek oldukça anlamlıdır.
Emperyalistlerin ve gericilerin yaratmış olduğu toplumsal çürüme, itaat kültürü, ancak devrimci bir mücadeleyle aşılarak, doğru bir ideolojik, siyasal, örgütsel zemine oturtabilir.