Osmanlı Dönemi Ermeni Sosyalistleri, Mustafa Suphi ve Günümüz TKP’si
Bugün TDH eğer Türkiye toplumunu, Osmanlı kökenleri olmaksızın nasıl ele alamayacaksa ilk sosyalist hareket ve devrimcilerini de unutmaması önemli bir gerçekliktir. 15 Haziran 1915’te İstanbul Beyazıt Meydanı’nda asılan sosyalist Paramaz ve on dokuz yoldaşı da bu tarihi gerçekliliğin yapıtaşıdır.
17 Ekim 2024
Türkiye Devrimci Hareketinin her bileşeni yaşadığı ülke ve toplum yapısını kendi yorum ve bakış açısıyla tarihi belgeleri ile ortaya koymaktadır. Bu belge ve bilgiler üzerinden istisnasız tüm devrimci ve komünist yapılar kendi örgütsel doğuşlarını ve ideolojik tarihlerini esasen Mustafa Suphi ve TKP’si ile başlatırlar. Genel tarih anlatımında özellikle Osmanlı dönemi diğer milliyetlerin sol-sosyalist tarihini kendi tarihlerine katmaz ve derinlemesine incelemez.
Çok uluslu bir kökenden gelinmesine karşın özellikle sosyalist tarih saptaması esasta Türk kökenli olanın kabullenilmesidir. Bu bir yönüyle egemen devlet anlayışını teşhir etmeye yönelik olsa da esasta egemen (şoven) etkilerin kırılamaması nedeniyledir.
Genel devrimci tarih anlatımı Marksist kalıplara dayanarak Türkiye Komünist Partisi (TKP) ile başlatılır. Bu vesileyle Suphi TKP’si öncesi yaşanılmış sosyalist tarihi bütünlüklü tartışabilmeyi önemsiyoruz. Hele hele kendisini TKP’nin devamcısı sayan ama şovenizmin ve resmi ideolojinin çevresinde koparamayan sahte komünistlerin türediği bir dönemde.
Bu yazının yayımlanacağı dönem tamda 5 Ekim 2014 tarihinde Kobane Miştenur tepesinde DAİŞ karşı verilen mücadelede ölümsüzleşen aynı zamanda Ermeni devrimci Paramaz’ın ismini alan Suphi Nejat Ağırnaslı’yı anmadan olmaz. Suphi Nejat’ın doksan dokuz yıl sonra direniş geleneğini bedeniyle ödeyerek Ermeni bir devrimci olan Paramaz’ı tekrar bizlere hatırlatması en az mücadelesi kadar anlamlı ve değerlidir.
Ermeni sosyalist hareketleri ve önderleri söz konusu olduğunda gerekli bilgi akışı, yazımı, söylemi maalesef yetersiz kalıyor. Türk tarihçileri Osmanlı dönemi sosyalizmini anlatırken hep Osmanlı Sosyalist Fırkası’nı esas alır ve anlatır. Ya da Osmanlı Sosyalist Fırkası ve Türkiye Sosyalist Fırkası’nın kurucusu ve genel başkanı Hüseyin Hilmi ilk akla gelen sosyalisti olur. Türk Tarihçileri, bilerek tarihi çarpıtarak yok saydıkları diğer ulus ve azınlıkların mücadelesini unutturmuşlardır.
Resmi tarih tarafından acımasız bir sessizliğe gömülen Ermeni sosyalist hareketi ve devrimcileri (Rum ve diğer azınlıklar dahil) bu çarpıtılan ve yok sayılan tarihsel mirası yeterince ele alamayarak unutulmasına katkı sunulmuştur. Bu sessiz tarihin devamı olarak Mustafa Suphi ve TKP’si tarihteki yerini almasına karşın bu makus kader kırılamamıştır. Oysa 1880’li yılların sonundan itibaren Osmanlı topraklarında Osmanlı ve Türkiye Sosyalist Fırkası’ndan önce önemli Ermeni Sosyalist Partileri de vardır.
1887’de kurulan Sosyal Demokrat Hınçak Partisi, 1892 yılında kurulan Taşnaksutyan Partisi gibi aynı zamanda II. Enternasyonal’in üyeleridir. 1909 yılında önceki adı Devrimci Hınçak Partisi iken Altıncı Kongresi’nden itibaren diğer ülke komünist partileri ile adlarını uyumlu hale getirmek ve aynı idealleri hayata geçirmek amacı ile Sosyal Demokrat Hınçak Partisi (SDHP) ismini almıştır. VI. Kongrede Sosyal Demokrat Hınçak örgütünün temel siyasetinin bilimsel sosyalizm olduğu kabul edilmiştir.
SDHP kadrolarından olan Paramaz’ın 1912 Eylül’ünde İstanbul yayın organı olan Nor Aşxar (Yeni Dünya) gazetesinde kaleme aldığı makalesinde Hınçak gençlerine Türk emekçi ve sosyalist hareketlerle daha çok ilişkide olmalarını anlatır. Kendi matbaalarında Marksist eserleri basmaya çalışmışlardır. Komünist Manifesto’nun çevirisi için girişimlerde bulunmuşlardır. O dönemin Rus devrimcileri ve önderleri ile hep ilişki içinde olmaya önem vermişlerdir.
Masis Kürkçügil, Toplum ve Kuram dergisinin kendisi ile yaptığı söyleşide Hınçaklar için şöyle demiştir: “Bu coğrafyada Marksist olmak ideasıyla kurulmuş ilk örgüttür. 1887’de Cenevre’de Georgi Plehanov’un dizi dibinde kurulur. Hınçakları ikinci Enternasyonal’de Plehanov temsil eder.”
SDHP’nin azami programı Ermeni halkı ve ülkesinin sosyalist örgütlemesidir. Programında mevcut düzenin ortadan kaldırılması ve onun yerine ekonomik gerçeklere ve sosyal adalete dayanan yeni bir düzen istemektedirler. Partinin ilk ve kısa hedefi ise Türkiye Ermenistanı’nın ulusal bağımsızlığını sağlamaktır. Halk meclislerinden ve daha demokratik talepleri ele almış ve programına koymuştur.
Türkiye’de ihtilal yoluyla gerçekleştirilecek olan hedeflere varmak için kullanılacak yöntemler içinde en göze batan yan işçi/ köylü ittifakıdır. Bunun yanı sıra şiddet hareketleri için özel bir kolun kurulması yani silahlı gücün önemine dikkat çekmeleridir. Anayurt savunması safsatalarına karşı ihtilalin en iyi dönemi “Türkiye’nin savaşa girdiği dönem olacaktır” tespiti yapılmıştır. Marksist örgüt ve yönetme metodu açıkça savunulmuştur.
Son halkada “Süryaniler, Kürtler, Türkler (İttihat ve Terakki’ye) karşı mücadeleye kazanılmalıdır” tespiti önemlidir. Sonuç olarak federatif bir Ermenistan hedefi öngörülmektedirAA. SDHP’nin eksik, yetersiz ve önderlikteki yanılgıları, liberalizm, düşmanı doğru tanımlamasına, ittifak güçlerini doğru belirlemesine ve özellikle Sabah Gülyan ve Paramazın’ın başını çektiği devrimci muhalefetin büyük çabaları olmasına karşın İttihat ve Terakki ile olan ilişkisi kesilmemiş ve bekle gör tavrı ile tıpkı Taşnaksutyun’un gevşekliğine düşmüştür.
Sabah Gülyan ve Paramaz’ın Jön Türkler’e ve sonrası İttihatçılara güvenilmemesi gerektiğini ısrarla vurgulamasına karşın bu yönde SDHP tarafından önemli hatalar yapıldığını görebiliyoruz. VII. Kongre aslında Gülyan ve Paramaz’ın silahlı mücadele başlatılması ve var olan tehlikeyi açıkça ifade etmeleri ile bekle gör tavrını savunanlar arasında geçen ciddi tartışma ve saflaşma dönemidir.
Paramaz ve yoldaşları dar ağacına başı dik yürüdü
Taşnaksutyan (Ermeni Devrimci Federasyonu/ EDP), Hınçaklardan üç yıl sonra kurulur ve kendisini sosyalist bir parti olarak tanımlar. İsmini Ermenice federasyon olan Taşnaksutyan’dan alır. İkinci Enternasyonal üyesidir.
Örgütün bütünlüklü olamayışı ve farklı kliklerin yönetimde etkili olması yanılgılara neden olmuştur. Kendilerini sosyalist olarak sunmalarına karşın örgütün yönlendirilmesi esasta burjuva milliyetçi çizgide kalmıştır. İttihatçılarla olan ilişkileri ve mücadele siyasetleri yaklaşan sonun engellenmesine katkı sunmamıştır. Son döneme kadar İttihat ve Terakki’nin oyunları etrafında yasal mücadele ile sınırlı kalmıştır.
Bu anlamıyla tek ve yekpare Marksist bir çizgiden bahsedilemez. Liberal bir pratik yol izlemişlerdir. Sonuç itibariyle Taşnaklar da sosyalizmin yaygınlaşması için mücadele etmiş ve bu topraklarda ağır bedeller ödemiş yapılardan biridir.
Bunu dışında tarihsel olarak çok sonra kurulan Osmanlı Sosyalist Fırkası vardır. Sosyalizm için çeşitli yayın organları kurulmuştur. Kurucusu Hüseyin Hilmi’dir. Ermeni sosyalist hareketlerin dışında ilk Türk Sosyalist Partisidir. Enternasyonal’e kabul edilmemiştir.
1913 yılında kapatılmıştır. Hüseyin Hilmi, 1918’e kadar tutsaklık ve sürgün gördü. Hapis ve sürgün yıllarının ardından tekrar Sosyalist Fırka’nın devamı olarak 20 Şubat 1919’da Türkiye Sosyalist Fırkası’nı kurdu. Bu partide esasta İstanbul’da örgütlenmiş, Kemalistler ve işçi örgütlerini birleştirmeye çalışan “komünist”lerle arasına mesafe koyan bir yapılanma olarak üç yıl süren bir ömrü olmuştur.
Mustafa Kemal’in 1920 yılında paravan “Türkiye Komünist Fırkası”nı saymazsak esasen sosyalist düşüncelerin 1880 yılların ortalarından itibaren Ermeni, Rum, Bulgar devrimcileri tarafından Osmanlı topraklarına taşındığını görüyoruz. Bu anlamlı ve değerli sosyalist katkılar tıpkı kendi halkları gibi maalesef hak ettikleri değeri bulamadı. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e değin katliam, sürgün ve tehcir politikaları ile soykırımın girdabından kurtulamadılar.
Bu soykırım siyasetinde halkları gibi partileri ve binlerce sosyalist militanda bedel ödedi. Yok sayılamayacak, anımsanmayacak kadar büyük ve önemli dersler bırakarak gittiler. Türkiye devrimci hareketine aynı coğrafya ve istilacı devlet geleneğine karşı muazzam bir mücadele deneyimi bıraktılar. Onun için tarihin ortasından itibaren tarihe başlamak ve yazmak eksik ve haksızlık olur.
Bugün TDH eğer Türkiye toplumunu, Osmanlı kökenleri olmaksızın nasıl ele alamayacaksa ilk sosyalist hareket ve devrimcilerini de unutmaması önemli bir gerçekliktir. 15 Haziran 1915’te İstanbul Beyazıt Meydanı’nda asılan sosyalist Paramaz ve on dokuz yoldaşı da bu tarihi gerçekliliğin yapıtaşıdır. Siyasal eleştiriler ve değerlendirmelerin olması normaldir. Ancak bunları yapabilmek için önce bir tarihi sürecin anlaşılması ve kabul edilmesi gerekir.
İdam edilmeden önce mahkeme başkanının sorduğu “Bağımsız Ermenistan mı kurmak istiyorsunuz?” sorusuna Paramaz “Bizim için bir vatan yoktur. Biz sosyal demokratız. Biz sadece Ermenilerin kurtuluşu için çalışmıyoruz, bütün insanlığın kurtuluşu için çalışıyoruz. Bizim vatanımız bütün dünyadır” yanıtı yeterince açıklayıcıdır.
Devamla “Ben Diyarbakır’da faaliyet gösterirken, düşüncelerimi Ermeniler arasında olduğu kadar, Kürtler, Türkler, Süryaniler ve Araplar arasında aynı şevk ve heyecanla yaydım” der. (Hmayak Aramyan’ın mahkeme esnasında aldığı notlar. 1919 İstanbul baskısı. Kadir Akın. Paramaz adlı eserinden.)
Bu sürecin temel ruhu, Paramazların Beyazıt Meydanı’ndaki idam sehpasındaki duruşlarıdır. Attıkları slogan ve uğrunda yaşamlarını feda ettikleri idealleridir. İdam sehpasına çıkarıldığı anda “Siz sadece bizim vücudumuzu yok edebilirsiniz, fakat inandığımız fikirleri asla. Yarın Ermenilik özgür ve sosyalist Ermenistan’ı selamlayacaktır. Yaşasın Sosyalizm, Yaşasın Ermenistan” sözleri geriden gelip sehpaya çıkan bazı diğer yoldaşları tarafından da tekrarlanmıştır.
1917 Ekim Devrimi sonrası 20’ler için yapılan anmada Lenin’in “Daha dün 15 Haziran 1915’te kardeşim, yoldaşlarım Paramaz, on dokuz sosyalist aydın yoldaşıyla birlikte Osmanlı’nın başkenti İstanbul’un Sultan Beyazıt Meydanı’nda darağacına çıkarıldı. Hey hat! Sevgili Paramaz şimdi aramızda değil ama onun fikir yoldaşı, Kızıl Ordunun bugünkü kumandanı Hayg Bıjışkyans ve Samara kentinin belediye reisi yoldaş Kay bizimle” der.
Kısacası sosyalizm düşüncesinin bu coğrafyadaki tohumları çok önceleri atılmıştır. Onun için tarihin ortasından itibaren tarihe başlamak ve yazmak eksik ve haksızlık olur.
Cilalanmış şovenizmin etkisinde yok edilen ulus ve azınlıkların çığlıklarının vebalini çekmenin devri bitmelidir. Tarih çok katlı bina gibidir. Basamakları adım adım çıkılır. Sırasıyla en alttan en üste. Tarihi de sırasıyla yazmak gerekir. Soykırım ve idamları, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişi, Suphi’lerin tarih sahnesine çıkışını, tıpkı Paramazlar gibi katliamla son bulmasını…
Kemalistlere güven, Suphi TKP’sinin sonunu getirdi
“Yeni Cumhuriyet”in ismini taşıyan ve o sınırlar içinde devrim yapmayı amaç edinen 10 Eylül 1920’de Bakü’de Türkiye Komünist Partisi (TKP) kuruluşunu ilan etti. Bu kongrenin Cumhuriyet sınırları içinde yapılması düşünülmesine rağmen Kemalistlerin izin vermemesi nedeniyle Bakü’de yapılmasına karar verilmiştir.
TKP birinci sekreteri Yakup Demir, Kongrenin Türkiye sınırları içinde yapılmasının düşünüldüğünü ancak Ankara hükümetinin izin vermemesinden dolayı kongrenin sınırların dışında Bakü’de 10 Eylül 1920’de açıldığını söyler. Bu sözler, Kemalistlerin komünistlere ve örgütlenmesine olan yaklaşımını özetlemiştir. Sovyetlere şirin görünme adına paravan Komünist Partisi (Türkiye Komünist Fırkası 1920) kuran Mustafa Kemal, aynı dönemde kuruluş kongresi yapmaya çalışan diğer komünistlere baskıcı tedbirler kullanarak engelleme yoluna gitmiştir.
Jön Türkler ve devamı İttihatçıların oyunu ve sosyalist/komünist düşmanlığı devam etmiştir. Fıtratların da ve hedeflerinde bu düşmanlık var olmuştur.
Ancak ihtiyaç duydukları her süreçte sahte ittifak ve dayanışma çağrıları yapmaktan geri durmadıkları tarihi gerçekler içinde mevcuttur. Taşnaklar, Hınçaklar ve Sosyalist Sovyetler buna açık örneklerdir. Ama sorunun esası İttihatçıların bu siyaset tarzı bilince çıkarılıp deşifre edilememiştir. Jön Türkler, İttihat ve Terakki, Kemalist ideolojinin sınıf karakteri ancak bu tarihi sürecin teorik ve pratik duruşun açığa çıkarılıp deşifre edilmesiyle anlaşılabilir.
Suphi ve TKP’nin en önemli yetmezliği de burada baş gösteriyordu. Birinci Kongresinin Kemalistler tarafından ülke içinde yapılmasının ve delegelerin kongreye katılmasının engellenmesi bile yeterince sorgulayıcı olmamıştır. Bu anlamıyla kongre tartışmalarında Milli Mesele, Azınlıklar Sorunu, Ermeni Soykırımı gibi can alıcı konularda Kemalizm dolaysıyla hakim Türk ideolojisi çözümlenememiştir. O tarihi süreçte meydana gelen ayaklanmalar “dış güçlerin” tahriklerine bağlanmıştır.
Kongrede yapılan konuşmalarda da Ermeni sorununun ortaya çıkmasından İngiltere sorumlu tutulmuştur. TKP MK üyesi Nazmi’nin konuşmasında “Avrupa emperyalizminin bir neticesi olan Harb-ı Umumi esnasında zavallı fakir Ermeni köylüsü yine İngiliz tesvilatına Taşnakların, Papazların teşvikatına alet oldu. Van ve Bitlis tarafında Müslüman fakir halkı kesmeye, evlerini yıkmaya, mallarını yağmalamaya başladı.”
Kemalizm hayranlığı açık bir şekilde savunulmuş ve İttihatçılar haklı bir yere konulmuştur. 1915 Soykırımı es geçilmiştir. Kongre Türkiye’de devam eden hareketi “milli inkılap hareketi” olarak vasıflandırmış emperyalizme karşı verilen mücadelede bu hareketin desteklenmesi istenmiştir. Daha ileri gidilerek Türkiye’deki Milli İnkılap Hareketi’nin umum dünya emperyalizmine karşı mücadelesiyle bütün dünya proletarya hareketine yardım ettiğini belirterek desteklenmesi istenilmiştir.
Kısacası Türkiye’de devam eden milli harekete yardım etmek bu arada komünizmi yerleştirmek için Anadolu’ya gitmek ve Mustafa Kemal hayranlığı fikri sonun başlangıcına davetiye çıkarmıştır. 28 Ocak 1921 gecesi Kazım Karabekir tarafından yönlendirilen çeteler tarafından Mustafa Suphi ve on dört yoldaşı Karadeniz’de katledildiler. Bu katliamın baş sorumlularından Kazım Karabekir daha üç dört ay önce kongre temsilcilerinden Salih Zeki ile Kars’ta görüşmüş ve delege hazırlamaktan bahsetmiştir.
Sonuç olarak TKP kongre ve kararları, program ve tüzük vb. onlarca tartışmaya açık konu vardır. Ama asıl olan bir şey varsa o da mevcut İttihatçı-Kemalist ideolojinin etkilerinin ciddi boyutlarının kırılamadığıdır. Bu bakış açısı hem Suphi TKP’sinin sonu olmuş hem de günümüz koşullarında TKP takipçilerinin savrulmasına neden olmuştur. Günümüzde ulu-solcu, şoven hareketlerin Suphi TKP’sinin tarihsel mirasına haksız bir şekilde sahip çıkmasında sözünü ettiğimiz ideolojik- politik eksiklikler, hatalar yatmaktadır.
Mustafa Suphi TKP’siyle aynı ismi kullanan partinin Genel Başkanı Kemal Okuyan’ın 14’üncü kongrede, “Kürt siyasi hareketinden kopamayan Türkiye Solu ile ilişkimizi kesiyoruz. Solculuk buysa biz solcu değiliz” diyebilmektedir.
Cumhuriyet’in 100. yılında İzmir’de yaptığı konuşmada ise bir adım daha ileri gitmiştir; “Mustafa Kemal’e düşmanca yaklaşırsanız ya saçmalar ya ihanet edersiniz. Belki de her ikisi de geçerli.”
Suphi TKP’si sosyalist tarihimiz için bir değer ve bayrak olduğu kadar da eleştiri ve sorgulamalarımızdan da payını almalıdır. Bu topraklarda, eşitlik, özgürlük ve özgürlük uğruna toprağa düşen her devrimci ve ilericiye hak ettiği değeri bilimsel temelde vermek komünistlerin görevidir.