Suriye’de “Demokratik Devrim”(!)
Suriye’ye bir demokrasi gelmeyeceği açıktır. HTŞ gibi, selefi cihatçı bir yapının kitabında zaten demokrasi diye bir sözcük yoktur.
19 Aralık 2024
61 yıllık Baas rejimi tek bir kurşun atmadan cihatçılara teslim oldu. Arap Sosyalist Baas Partisi Suriye’de 1967 yılında bir darbeyle iktidara el koydu. 1970 yılında ise Hafız Esad kendi partisine bir darbe yaparak, 1971 yılında kendisini devlet başkanı ilan etti. Babasının ölümünden sonra ise 2000 yılında Beşar Esad, tek aday olarak girdiği seçimde oyların %97’sini alarak Suriye’nin yeni devlet başkanı seçilmişti.
61 yıllık Suriye Baas rejimi faşist bir devlet olarak hiçbir demokratik oluşuma izin vermedi. Suriye’de yaşayan Kürt ulusu, Hazıf Esad döneminde bir kimliğe dahi sahip değildi. Kürtlerin bir yerden bir yere gitmeleri izne bağlıydı. Tüm muhaliflere büyük bir baskı uygulandı, tutuklananlar yıllarca hapishanelerde tutuldu, özgür bir basına izin verilmedi.
Baas rejiminin kendi ülkesinde bazı devrimci örgütlere izin vermesi, Abdullah Öcalan’ın yıllarca Suriye’de kalmasına göz yumması, Türkiye ile olan çelişkilerinin doğrudan sonucuydu. Aynı Suriye devletinin 1999 yılında Abdullah Öcalan’ı Suriye’den çıkararak Türk devletine esir düşmesinin taşlarını döşediği de bilinmektedir.
Beşar Esad’ın iş başına gelmesiyle Suriye’de bazı olumlu değişimlerin olacağı algısı yaratıldı. ”Şam Baharı” olarak lanse edilen bu dönem fazla sürmedi ve baskılar hızından bir şey kaybetmeden devam etti.
2011 yılında ”Arap Baharı” olarak bilinen ayaklanmalar Suriye’ye de sıçradı. Suriye iç savaşının devam ettiği surede emperyalist güçlerin denetiminde kurulan Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) çeteleri savaşın bir parçası olarak Suriye’de ”İslami” bir devlet kurulmasını hedeflediler. Kürt bölgesini hedef alan bu saldırılarda, Kürtler IŞİD’i yenilgiye uğratarak Rojava’da özerk bir Kürt bölgesinin kurulmasını sağladılar.
2014 yılında Suriye yönetimi Rus emperyalist güçleriyle işbirliği yaptı. Bu tarihten sonra Suriye, Rusya ve ABD arasındaki bir güç mücadelesine sahne oldu.
Beşar Esad rejimi yıkılana kadar Kürtler, demokratik bir Suriye projesiyle Esad’la görüşme talepleri devam etti. Ancak, Esad bu fırsatı kaçırdı. Beşar Esad, merkezi bir devlet olarak ‘güçleneceğini’ ve ”Suriye’nin toprak bütünlüğünü” sağlayarak tek başına iktidarını devam ettirmeyi hesapladı. Ancak 7 Ekim 2023 tarihinde Filistin ulusal direnişinin İsrail’e yönelik gerçekleştirdiği “Aksa Tufanı Hamlesi”yle birlikte dengeler değişmeye başladı.
7 Ekim’deki Filistinli direniş örgütlerinin Siyonist İsrail’e yönelik darbesiyle birlikte, kartlar yeniden karıldı. İsrail, bu savaşta Filistin halkına karşı büyük bir soykırım gerçekleştirdi. Ardından Lübnan’da Hizbullah’a karşı saldırıya geçti ve buradan Hizbullah’ı istediği alanlara doğru geri çekilmesini sağladı. Hamas ve Hizbullah’ın liderleri tek tek öldürüldü.
İsrail, savaşı daha da genişleterek Suriye ve İran’ı da hedefleri arasına aldı. Tüm savaş stratejisi İsrail’in güvenliği ve korunması üzerine inşa edildi. Arap ülkelerinin tamamına yakını, İsrail’i ”meşru bir devlet” olarak kabul edip, Filistin halkına karşı gerçekleştirilen soykırıma sesiz kaldılar. Mısır arada bir sesini yükseltse de, ABD baskısı ile etkisiz hale getirildi.
Mısır dışında ”çıban başı” olarak görülen İran ise sınırlı bir destek vererek, Hizbullah’ı ayakta tutmaya çalıştıysa da fazla başarılı olmadı.
Suriye’ye üzerinden Filistin ve Lübnan’a yardımların kesilmesi için İran ve Suriye’ye yapılan saldırılar devam etti. Bu saldırılar devem ederken, mecali kalmayan Suriye devleti, Rusya’nın aradan çekilmesiyle adeta İsrail’e teslim oldu.
7 Ekim sonrası, ABD ve İsrail, Ortadoğu’da haritanın yeniden değişeceğini durmadan propaganda etti. ABD, İran ve Suriye haritasının değişiminden söz ederken, aslında bugünkü Suriye devletinin içine girdiği durumu tariflemiş oluyordu.
Suriye iç savaşının sona ermesiyle, Suriye’nin geleceği üzerine yapılan pazarlıklarda, içlerinde İran, Rusya ve Türkiye’nin de içinde olduğu Astana görüşmelerinde İdlib, IŞİD, El Nusra ve diğer cihatçı çetelere bırakıldı. Anlaşmaya göre selefi cihatçı çeteler silahlardan arındırılmış bir şekilde İdlib’de kalacaktı. Durum tam tersine işledi.
2016 yılından bu yana İdlib’te üslenen tüm cihatçı çeteler, zorla ya da anlaşmayla bir çatı altında toplanarak Heyet Tahrir eş-Şam’ı (HTŞ) oluşturdular. Bir NATO üyesi olan TC devleti el altından bu çetelere silah verdi, onları eğitti ve bugüne hazırladı.
HŞT Nasıl Bir Örgüt Ve Kimler Tarafından Kuruldu?
27 Kasım’da Halep’e yönelik bir saldırı gerçekleştiren ve çok kısa bir sürede Baas rejimini yıkarak Suriye’yi ele geçiren HTŞ nasıl bir örgüt ve neyi hedefliyor?
HTŞ’ın kökeni 2011 yılında Suriye’de başlayan iç savaşa kadar uzanmaktadır. IŞİD’in iç savaşa dahil olduğu dönemde, IŞİD lideri Ebu Bekir El Bağdadi, HTŞ’in bugün başına çeken Muhammet Golani’yi, Suriye’de El Kaide’nin örgütlenmesini yapmak üzere görevlendirdi.
2011 yılında Suriye’de El Kaide’ye bağlı Nusra Cephesi kuruldu. Muhammet Golani IŞİD’le anlaşmazlığa düştü ve Nusra Cephesi 2016 yılında El Kaide’den ayrılarak, Fetih El Şam Cephesi adında bir cihatçı örgüt kurduğunu açıkladı. Bir yıl sonra, (2017) Hareket Nur El Din El Zengi, Liva El Hak, Ceys El Sünna ve Cephet Ensar El Din birleşerek HTŞ’yi kurduklarını duyurdular.
HTŞ, hedefine ulaşmak için, selefi bazı tavırlarından vazgeçtiğini ilan etiyse de İdlib’de hakimiyetini kurduktan sonra, baskılarını artırdı. İdlib kurduğu şeriat mahkemelerinde muhalifleri ve sivil insanları katletti. Kadınlara şeriat hükümleri uygulayarak basıklarını artırdı. Sistematik işkencelerle halkı sindirdi.
ABD, Avrupa Birliği HTŞ’yi ”terör” listesine aldığını ilan etse de, HTŞ’yi besleyip büyüten yine emperyalistler oldu.
HTŞ’nin 27 Kasım’da başlattığı saldırının arkasında çeşitli emperyalist güçlerin ve Türk devletinin olduğu bir gerçektir. Yıllarca İdlib bölgesinde eğitilen, donatılan HTŞ, zamanı geldiğinde harekete geçirilerek Suriye’yi ele geçirmesi sağlandı.
Bu operasyon, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası olarak okunmalıdır. ABD, bu hedefini 2011 yılında başaramadı. Mısır, Irak ve Libya’da iktidarlar değişti. Mısır ve Irak ABD’nin denetimine girerken, Libya’da ABD başarılı olmadı. Libya üçe bölünmüş şekilde, çeşitli emperyalist güçlerin denetimine girmiş bulunuyor.
Suriye’de ise Rusya’nın sahaya inmesi ile ABD’de bu sürede Suriye’de tam olarak hedefine ulaşamadı.
Suriye’nin bu kadar çabuk düşmesi ve ülkenin cihatçı bir örgütün eline geçmesinde birçok etken sayılabilir. Suriye kukla bir devlet olarak emperyalistlerin oyuncağı bir ülke konumundaydı. Bağımsız bir politikası olmayan, 2011 yılından sonra Rusya’nın denetimine giren Esad rejimi, Rusya’ya bağımlı bir şekilde yaşamaya çalıştı.
Ordusu, zayıflamış, ekonomik olarak batmış, halkın büyük bir öfke duyduğu bir rejim ne kadar yaşarsa, Esad rejimi de Suriye’de o kadar yaşadı.
Suriye’nin HTŞ’nin eline geçmesiyle birlikte, Rusya ve İran Suriye’de kaybetti. İran Suriye üzerinden bölgede etkin güç olmayı hedefledi. İran, 7 Ekim 2023 tarihinde Filistin direnişinin İsrail’e karşı başlattığı saldırı ve arkasından Hizbullah’ın Lübnan üzerinden İsrail’e açtığı savaşla, durumu lehine çevirme planları yaptı. Bu bölgede, İsrail’i sıkıştırarak ABD’yle bir pazarlığa oturma planları suya düştü.
Rusya’nın HTŞ’ye sesiz kalmasının ardında Ukrayna’daki savaşın etkisi vardır. Rusya, Ukrayna’da büyük bir güç kaybetti. İkinci bir savaş cephesinin kendisine fazlasıyla yük getireceğini, askeri olarak zayıflamış gücünü daha da zayıflatmak istemedi. Beşar Esad’ın ülkeyi terk etmeden kısa bir süre önce Rusya’ya yaptığı ziyaret bir dönüm noktası oldu.
Rusya, olası bir iç savaşta fazla destek vermeyeceğini söylemiş olacak ki, Esad, tek bir çatışmaya girmeden ülkeyi terk etti. HTŞ’nin Lazkiye ve Tartus’a saldırmaması, Rusya ile HTŞ arasında bir anlaşmaya varıldığını da işaret ediyor.
Suriye’de Esad’ın düşmesiyle en fazla sevinen ülke Türkiye oldu. Türkiye’nin HTŞ ve Suriye Milli Ordusu üzerindeki etkisi ve HTŞ üzerinden buraya nüfus etmesi, önümüzdeki dönemde daha da netleşmekle birlikte, Suriye’nin Türkiye’nin etkisine ve denetimine girmesine emperyalist güçlerin müsaade etmesi mümkün değildir.
HTŞ’nin arkasındaki esas güçler olan İngiliz ve ABD emperyalistleri açık bir şekilde HTŞ ile iş tutarak Suriye’ye hakim olacaklardır.
Suriye’de sular hala durmamakla birlikte, Suriye’nin yeniden merkezi bir devlete kavuşturulması, eski devlet güçleriyle (Esad hariç) HTŞ arasında varılacak bir anlaşmayla yapılması ihtimal dahilindedir. Beşar Esad’ın ülkeyi terk etmesinden sonra, HTŞ’nin ”devletin mevcut kurumlarına dokunulmayacağı” açıklaması, Başbakan Muhammed Gazi El Celali’nin ”muhaliflerle çalışmak istediği”ni söyleyerek ülkeden ayrılmaması ve ardından 10 Aralık günü HTŞ lideriyle bir araya gelerek, iktidarın ”Suriye Kuruluş Hükümeti’ne” devredilmesinde ortaklaşılması ve Muhammed El Beşir’in geçici başbakan ilan edilmesi bunu gösteriyor.
Emperyalistler İki Yüzlüdürler
HTŞ’yi bir “terör örgütü” olarak tanımlayan ABD ve Batılı emperyalist güçler, HTŞ’Nin iktidarı almasından sonra arka arkaya açıklamalar yaparak ‘HTŞ ile çalışacaklarını’ açıkladılar. Emperyalist merkezler, HTŞ’ye güzellemeler yaparak, HTŞ’nin değiştiğini, ılımlı bir çizgiye geldiğini propaganda etmeye başladılar.
Basına yansıyan haberleri belli başlıklar altında topladığımızda karşımıza şu iki yüzlü tutum çıkıyor: Almanya Hükümeti Sözcüsü Steffen Hebestreit’in basına verdiği yazılı açıklamada: “Başbakan Olaf Scholz, Fransa Cunhurbaşkanı Emmanul Marcon”un telefonda yaptığı görüşmede ‘Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğinin korunmasının öneminin’ vurgulandığını, görüşmede ‘Suriye’de kapsayıcı bir siyasi sürecin desteklenmesi de dahil olmak üzere Avrupa Birliği (AB) Suriye’deki angajmanını güçlendirmek üzere beraber çalışma konusunda mutabık’ kaldıklarını açıkladılar ve ‘Suriye’de Beşar Esad’ın devrilmesini memnuniyetle karşıladıklarını’ belirterek ‘Ortadoğu’da partnerleriyle” yakın ilişkide olacaklarını belirtiler” ifadelerini kullanmaktadır.
Benzer bir açıklamada ABD’den yapıldı. Başına 10 bin dolar ödül koydukları ve ABD emperyalizminin “en çok aranan küresel terörist” listesinde olan HTŞ lideri Colani’yi kapsayıcı ve demokratik ilan edildi. ABD’de yayın yapan ABC kanalında yayımlanan “Good Morning Amerika” programına bağlanan ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, “Esad yönetiminin devrilmesinin hem ABD hem de dünya açısından iyi bir şey olduğunu, Suriye’de istikrarlı, kapsayıcı ve demokratik gelecek isteyen herkesle çalışmaya hazır olduklarını” açıklamaktadır.
Emperyalistler için kimin iktidarda olduğu önemli değildir. Emperyalistler için önemli olan gelenin kendilerine hizmet edip etmeyeceğidir. Afganistan’da ne olduysa Suriye’de o olacaktır. Yıllarca “demokrasi” adına Taliban’a karşı savaş açanlar, birdenbire Taliban’la anlaşarak ülkeyi teslim ettikleri bilinmektedir.
İnsan hakları, demokrasi, özgürlük emperyalistler için sadece birer sözcükten ibarettir. Asıl şey, kendi çıkarlarıdır. Gerisi ayrıntıdır. Ayrıntılar da emperyalistleri fazla ilgilendirmemektedir. Suriye’deki gelişmeler de böyle bir seyir izleyecektir. Burada da yeraltı zenginlik kaynakları ve Suriye pazarı, emperyalistleri daha fazla ilgilendirmektedir.
HTŞ ve onun lideri Colani’yi de Suriye’yi özgürlüğe kavuşturan örgüt ve lideri olarak tanıyacak ve propaganda edeceklerdir.
Avrupalı emperyalist devletleri ilgilendiren bir diğer konuda göçmenlerdir. Suriye iç savaşında kaçarak Avrupa ülkelerine gelen göçmenlerin geri gönderilmesi gündemi korumaktadır. Hızlı bir şekilde ‘Suriye’de Esad gitti, baskılar bitti, artık gelen hiçbir başvuruyu kabul’ etmeyecekleri kararı alan AB, mevcut Suriyelileri de göndermek için plan yapacaktır.
Bunu, HTŞ’yi muhatap alarak ve HTŞ ile anlaşarak yapacaktır. Nitekim HTŞ’nin hamisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyareti sonrası Avrupa Komisyonu Başkanı Von Der Leyen, Suriyeli sığınmacılar için Türkiye’ye ek 1 milyar Euro tahsis edildiğini açıklamıştır.
Suriye Nereye Evrilecek?
Suriye’nin geleceğini emperyalistler belirleyecektir. Emperyalistler için en uygun aparat şimdilik HTŞ’dir. HTŞ’nin ”ılımlı bir İslami çizgide” kalmasını sağlayarak Suriye’ye çökeceklerdir. ABD, AB ve İngiltere Suriye pazarının paylaşımda bir yarış içinde olacaklardır. Baskın güç olarak ABD ve İngiltere Suriye’nin yeniden şekillenmesinde esas güç olacakları daha fazla şimdiden görülüyor.
Rusya ve İran’ın, artık Suriye üzerinde bir hakimiyetleri kalmayacaktır.
TC devleti Suriye Milli Ordusu (SMO) üzerinden kendisine bir alan açmaya çalışacaktır. SMO üzerinden sürece dahil olmak isteyen Türk devletine bu alanın açılıp açılmayacağı, birkaç ay içinde belli olacaktır. Ancak, emperyalistlerin Suriye’de Türk devletine bir pay vermesi uzak bir ihtimaldir. Emperyalist güçler, HTŞ’yi ikna ederek, SMO’suna da yeni Suriye’nin kurulmasında kısmi bir yer vererek, sürece dahil etmeleri daha kuvvetli bir ihtimaldir.
Yeni süreçte Rojava’da özerk Kürt bölgesinin geleceği, önemli bir yerde duruyor. “Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi Dış İlişkiler Komitesi Eşbaşkanı İlham Ehmed de Beşar Esad hükümetinin devrilmesine ilişkin sanal medya hesabı X’te bir açıklama yayımladı. İlham Ehmed, “Bugün despotizmin son bulduğunu ilan ediyoruz, geçmişi geride bırakıyoruz ve Suriye halklarının daha adil ve demokratik bir gelecek için çabalarını birleştirme umudu ile yeni bir sayfa açıyoruz. Kurşunların sesini durduralım ve barış ve inşanın temeli olarak diyaloğu esas alalım” dedi. (Özgür Politika 10 Aralık 2024) Bu açıklama gelişmelerin bu aşamasında bir anlamı olmakla birlikte, Kütleri büyük bir tehlikenin beklediğinin altını çizmeliyiz. Kürtlerin HTŞ’ye ile ilişkileri, bölgeye yerleşecek olan emperyalist güçlerin çıkarlarıyla doğru orantılı gidecektir.
Türk devleti yeni süreçte Kürtlerin tamamen devre dışı bırakılması için var gücüyle çalışacaktır. SMO üzerinden başlayan saldırılarla, ele geçirilen Minbiç üzerinden bu saldırıların daha da genişleme olasılığı vardır. Nitekim Özgür Politika Gazetesi’nde yer alan bir haberde çarpıcı bilgiler verilmektedir:
“İşgalci Türk devleti, Eyn İsa’nın El Mustareha köyüne yaptığı SİHA saldırısında çoğu kadın ve çocuk, 12 sivili katletti. ANHA’ya ulaşan görüntülerde işgalci Türk devletinin gerçekleştirdiği vahşet gözler önüne seriliyor. Videoda, bölge sakinlerinin hayatını kaybeden aile fertlerini tek tek gösterdiği görülüyor. Videoyu çeken kişinin ise ‘Bu küçük bir çocuk, savaşçı değil. Bu da diğer bir çocuk. Bu da Mustafa Muhammed İbrahim. Çocukların babası. Gece saat 11’de savaş uçaklarıyla vurdular.’ SOHR’un verilerine göre; Türk devletinin, 2024’ın başından dün geceye kadar Özerk Yönetim bölgelerine yönelik gerçekleştirdiği hava saldırılarının sayısı 191’e ulaştı. Bu saldırılar sonucunda toplam 55 kişi katledildi, 49’dan fazla güvenlik gücü ve 73 sivil yaralandı.” (Özgür Politika 10 Aralık 2024)
Türk devletinin desteği ve yönlendirmesiyle Minbiç’i işgal eden sözde Suriye Milli Ordusu adlı çetelerin şehri işgal girişimlerine karşı, SDG’nin başlattığı direnişin bir aşamasından sonra Minbiç’in çetelere bırakılarak geri çekilmesi ABD’nin baskısıyla gerçekleşmiş görünmektedir: “SDG komutanı Mazlum Abdi, anlaşmanın ABD’nin arabuluculuğunda sağlandığını” duyurarak, “Minbic Askeri Konseyi’nin bölgeden ‘en kısa sürede çekileceğini’ dile” getirmesi bunu kanıtlamaktadır.
Anlaşmanın ABD’nin gözetiminde yapıldığı ve Türk devletine Minbiç’in bırakıldığı anlaşmaktadır. ABD’nin yaptığı açıklamaya bakıldığında bu net olarak görülmektedir. ABD yetkilisi: “Bu konuda ilgili tüm taraflara ilişkin tutumumuz açık, gerilimin tırmanmasını istemiyoruz; bu istikrarsızlık döneminden yararlanıp Suriye’de kendi konumunu daha da güçlendirmeye çalışan kimseyi görmek istemiyoruz. Bu durumu bölgede tüm ilgili taraflara net bir şekilde iletiyoruz. SDG’nin IŞİD’e karşı mücadeleyi sürdürme, IŞİD militanlarının tutulduğu cezaevlerini güvence altına alma gibi önemli görevleri yerine getirdiğini düşündüğümüzde, bu görevlerinden hiçbir şekilde dikkatlerinin dağılmasını istemiyoruz. Bölgedeki ilgili taraflara bunu net bir şekilde anlatmaya devam edeceğiz” diyerek SDG’nin şehri teslim etmesine gerekçeler üretmesi, ABD’nin bölgedeki çıkarlarıyla ilgilidir.
Benzer bir durum Efrin işgali döneminde de yaşanmış, ”halkın korunması” ileri sürülerek Efrin’nin Türk devletine terk edilmesi, ulusal hareketin bu konudaki verdiği özeleştiri düşünüldüğünde, aynı hatanın tekrar edilmesi anlamına gelmektedir.
ABD’nin Rojava’da varlığı düşünüldüğünde Türk devletinin saldırılarına ve ardından işgal girişimlerine ne kadar ve nereye kadar sesiz kalacağı, önümüzdeki günlerde daha da netleşecektir. ABD’nin petrol ve diğer zenginlik kaynaklarını kolay kolay Türk devletine bırakmayacağı da ayrı bir gerçektir.
Kürtlerin ABD’nin ‘Rojava’da müttefiklerimizle çalışmaya devam edeceğiz’ açıklamasına güven duymayacağı/duymaması gerektiği defalarca kanıtlanmıştır.
Suriye’ye bir demokrasi gelmeyeceği açıktır. HTŞ gibi, selefi cihatçı bir yapının kitabında zaten demokrasi diye bir sözcük yoktur. Bundan sonrası, Suriye’de halkını bekleyen; yine acı, yoksulluk ve göz yaşı olacaktır. Suriye’ye demokrasi ancak devrimle gelebilir. Suriye emperyalizmden ve gerici faşist yapılardan kurtulmadıkça özgürleşemez.