Yakma ve Yıkmanın Tarihi İttihattın Ölüm Tırpanı
“İttihatçı hükümet, Ermenileri ortadan kaldırmak için en uygun zamanı ve anı bekledi. Onlar için en uygun zaman I. Emperyalist Savaşın yarattığı fırsat, kaos ve kargaşa ortamıydı.”
23 Nisan 2024
Yirminci yüzyılın ilk kitlesel kırımı olarak bilinen Ermeni Soykırımı, kendilerini Jön Türkler diye tanıtan İttihat-Terakki komitesinin aklı ve kanlı elleriyle gerçekleşti. Soykırım sürecinde olup bitenleri ifade edecek sözcük henüz icat edilmedi. Ölümün tek kurtuluş olarak görüldüğü, insanlığın ve vicdanın terk ettiği halk olarak tarihe geçecekti Ermeniler. Geride kalan kırık çan sesleri, Ermeni halkının Batı-Ermenistan topraklarında öldüğünü duyuruyordu.
Osmanlı tarihinin en kanlı dönemlerinde hükümranlık yapmış hiçbir sultan 5 bin yıllık tarihi olan Ermeni ulusunun yok edilme riskini alamamıştı. Dört kıtada işgal harekatı gerçekleştiren kendileri dışındaki halklara kan kusturan kanlı yönetimler bile bir ulusu topyekün imha ve yok etmeyi akıllarından geçirmemişlerdi. Bu insanlık suçunu işleyen ittihatçı Talat Paşa kendi itirafında “Sultan Abdülhamid’in 30 yılda yapamadığını ben 3 ayda tamamladım” diyerek kanlı emellerini açıklamıştı. Türk-ulus devlet kurma adına Pan-Türkist, Pan-İslamist hayaller uğruna “düşünülmeyenin düşünüldüğü” kimsenin akıl etmeye ve uygulamaya cüret edemediği korkunç plan hayata geçirilmişti.
İttihatçı hükümet, Ermenileri ortadan kaldırmak için en uygun zamanı ve anı bekledi. Onlar için en uygun zaman I. Emperyalist Savaşın yarattığı fırsat, kaos ve kargaşa ortamıydı. En kanlı fikirleri en uygun zamanda hayata geçirdiler. Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları 6 vilayet Erzurum, Van, Bitlis, Sivas, Harput, Diyarbakır başta olmak üzere Ermenilerin yaşadığı her yerde kitlesel olarak soykırım yaşatıldı.
Çalışkan, yapıcı özellikleriyle yaratıcı yetenekleriyle isim yapan cefalı ve fedakar bir halk topyekun yok olarak Batı-Ermenistan topraklarında haritadan silindi. Denizler mürekkep, ovalar kağıt olsa bile yüz binlerce Ermenin çektiği acılar yaşadıkları işkenceli gerçeğin ayrıntılarını anlatmaya yetmeyecektir. Rüzgarlara sürüklenen dökülmüş yapraklar gibi çöllere sürülen susuz, ekmeksiz, kefensiz, mezarsız ölüme gidenleri tam olarak anlatamayacaktır.
Ermenilerin önde gelen siyasi partileri “Bağımsız Ermenistan” kurma yerine ısrarla daha geniş reformlarla İttihat Terakki ile birlikte ortak toplum yaratma hayalleri taşımıştır. Israrla İttihat Terakki Cemiyeti’nden bunun yaratılmasını beklemiş. Ancak büyük yanılgıdan kurtulamamıştır. Ölüme gönderilen Taşnak-Hınçak parti liderleri son nefeslerini verinceye dek İttihatçı Türklerden ve önderlerinden medet ummuş kurtarılmaları için yardım beklemiştir. Ancak besledikleri tüm hayaller suya düşmüş ve bekledikleri yardımlar gerçekleşmemiştir.
1915 başlarında Osmanlı, Enver Paşa komutasında Sarıkamış’ta büyük bir yenilgiye uğradı. Jön Türkler’in önde gelen isimleri bu büyük kaybın sorumluluğunu Ermenilerin üzerine yıktı. “Ermenilerin ihaneti olmasaydı bu katliam olmazdı” gerçek ve mantık dışı iddialar toplumun her kesimine yayılarak gerçekleşecek soykırımın düşmanlık üzerinde şekillenen tehlikeli duygusal oluşumu hazırlandı. Soykırım önce imha ve yok etme fikrine güçlü inanılarak, ikna olunarak ve sonra düşmanlık üzerine şekillenen duygusal ortam yaratılarak adım adım gerçekleşir.
“Türk milletini ve devletini kurtarma’’, “Türkiye’yi homojenleştirme’’ politikası adına tarihi büyük felaket olan Ermeni soykırımı yaşatılmıştır. “Ermeni politikamız kesinlikle sabittir. Hiçbir şey bunu değiştiremez. Anadolu’nun hiçbir yerinde Ermeni kalmayacak. Ancak çölde yaşayabilirler’’ diyen İttihatçı M.Talat paşanın bu sözü her şeyi açıklar ve tanımlar niteliktedir. Ermenilerin kökünü kazımak için Türk kadınları da dahil tüm sınıfların katılımıyla tanımı olmayan kötülükler gerçekleşmiştir. Teşkilatı-Mahsusa öncülüğünde kurulan çeteler ellerine ne geçtiyse balta, nacak, testere, bel, çapa, sopa silah olarak kullanıp Ermenilerin üzerine çullanıp katletmiş, kesip biçmiş yakmış ve binlerce kadına tecavüz etmiştir. Kılıç ve silah zoruyla Ermeniler zorla islamlaştırılmıştır. Halkı nehirlere, kuyulara atıp boğmuş, diri diri gömmüştür. Tehcir adı altında ölüm yollarında ölüm tarlalarında ölesiye işkence edilmiş. Yapılan işkencelerden keyif alınmış. Yağma edilen mal ve mülklere çökülerek yeni bir burjuva sınıf türemiş, zengin bir tabaka doğmuştur.
Soykırım planın ilk adımı olarak Ermeni halkının yıllara dayalı entelektüel aklı olan beynin alınması oldu. 250’ ye yakın Ermeni aydını, inanç ve toplum öncüleri bir şafak vakti evlerinden zorla alınarak sürgün yollarında başları taşla ezilerek katledildi.
İkinci adım olarak Osmanlı ordusuna asker olarak alınan Ermenilerin silahsızlandırılarak Amale Taburlarına sevk edilmesi oldu. Sistematik olarak kolayca öldürülen Ermeni askerlerle birlikte Ermeni toplumun temel gücü ortadan kaldırıldı. Sürgün, diğer adıyla tanımlanan tehcir demek ölüm yürüyüşleri başlatıldı.
Ardından “Doğu”daki şehir kasaba ve köylerde yaşayan Ermeniler acımasız bir şekilde sürgüne tabi tutuldu. Binlerce yıldır yaşadıkları topraklarda emek ve yaratıcılıkla yaşayan Ermeniler İttihat-Terakki’ye bağlı Teşkilatı Mahsusa öncülüğünde başı bozuk düzensiz çeteler tarafından önce yağmalandı sonra acımasızca katledildi. Ölüm yürüyüşlerinde ölüm tarlalarında ölmeyip aylarca süren zorlu yürüyüşle Suriye çöllerine ulaşanlar ise yirmiye yakın ölüm kamplarında açlık, salgın hastalıklar sonucu parça parça katledildi.
Sürgünlere Osmanlı askerleri, jandarmaları eşlik etti. Kafileler halinde dağlar, vadiler, nehir ve çöller aşıldı. Yol boyunca Teşkilatı Mahsusa’nın örgütlediği başıbozuk Türk, Çerkes, Kürt çetelerin saldırısına, yağma ve talanlarına maruz kaldılar. Bir milyona yakın insan yok edildi. Hayatlarını kurtarma pahasına yüz binlerce kadın ve çocuk İslam’a geçmeye zorlandı. Kürt, Türk, Arap aileler içinde İslam’ı kabul ederek hayatta kalmaya çalıştılar.
Katliamlara tanıklık edenler yaşananlara benzer bir şey görmediklerini ifade etmişlerdir. Türk ulus- devlet yaratma “Türk milletini kurtarma’’ amacı uğruna yapılanları ifade edecek kavram bulunamadı. Daha sonra kimi soykırım bilimcileri buna “Holokost’’, kimileri Genocide diye tanımlar yükledi.
Soykırım bir geçiş sürecin trajedisidir. İmparatorlukların değişen dünyanın ihtiyaçlarına uygun olarak kendilerini ulus devletlere dönüştürme sürecin trajik geçişidir. Ermeni ve Rum soykırımları kurulacak Kemalist devletin, TC’nin temelini hazırladı. Ermeni ve Rum halkının zenginliklerine çökerek bir ulus devlet yaratan İttihatçı-Kemalistler aynı zamanda uzun yıllardır süren ve kendisine yönelik tehdit olarak algıladığı Ermeni ve Rum halkının özgürlük ve hak taleplerinden, var oluş sorunlarından “kurtulmuş” oldu.
Yirminci yüzyılın en büyük insanlık felaketi olarak kabul edilen Ermeni Soykırımı (jenosidi), aradan yüz dokuz yıl geçmesine karşın başta Ermeni halkı olmak üzere ilerici insanlığın hafızasında canlı ve diri olarak durmaktadır. Tarihin en karanlık sayfalarından biri olarak geçen soykırım adalete ve uygarlığa karşı işlenmiş en büyük insanlık suçlarından biridir. Bütün inanç ve kimlikler yaralanmıştır. “Yapanın yanına kar kalma” zihniyeti bütün pervasızlığıyla bugüne dek devam etmektedir. Kürt-Filistin-Ezidi ve diğer mazlum halkların herkesin gözü önünde boğazlanarak soykırıma uğratılmasıyla devam etmektedir.
Her soykırım, şiddet olayının beslendiği bir ideolojik zemin vardır. Soykırım ancak ırkçı-soykırımcı-Turancı Türk devlet aklıyla gerçekleşebilirdi. Ancak böylesine soykırımcı bir akıl bu denli kapsamlı, bütünlüklü ve planlı bir tarzda bir ulusu yok etme cinayetini işleyebilirdi.
Yüz binlerce Ermeni, başta Osmanlı devleti olmak üzere ardından İttihatçıların emirlerine en ufak bir direnç gösterememiştir. Kafileler halinde binlerce yıl yaşadıkları tarihi topraklarından kılıç ve silah zoruyla koparılarak zorla sökülüp atılarak tehcir yollarında ölüm tarlalarına sürüldüler. Malları, mülkleri üzerlerindeki giysiler, eşyalar bile yağmalandı. Son kuruşlarına kadar soyuldu. Kana susamış üniformalı generaller ve çeteler bir buçuk milyon insanı balta ve kılıçlarla katletti. Binlerce çocuk kayalıklarda boğazlandı dipsiz kuyulara, hendeklere atıldı. Kadınlar, kız çocukları tecavüze uğradı. Ermeni kadınların bedenleri dağlara ovalara saçıldı. Kurda kuşa yem oldu. Büyük felakete sadece devlet erkanı müdahil olmamıştır. Kitlesel şiddet ve yağma olaylarına siviller, askeri görevliler, yerel ileri gelenlerle birlikte bazı bölgelerde Ermeni kadınların yağmasına Türk kadınları da katılmıştır.
Ve bu utanç verici suçları işleyenler yargılanmadıkları gibi rütbeleri ve yetkileri artırılarak ödüllendirildi. Geride Ermenilerden kalan mal mülk ve zenginlikler gözü dönmüş bir hırsla paylaşıldı. Uygarlığın emek ve yaratıcılığın her tarafı yeşerttiği topraklar geride ölüm dumanları ve kara bir sis bıraktı. Ermeni olarak doğup yaşamanın çileli bir işkence olduğunu, hayatta sağ kalmanın da bir zafer olduğunu bilerek yaşadılar, Ermeniler. Mezar taşı bile olmayan milyonlarca mezarsız ölen bir buçuk milyon Ermeni geride bırakıldı. Kadim bir ulus tarihi topraklarında yok edildi. Kanlı İttihatçı elle haritadan “Batı Ermenistan” silindi.
Soykırım sürecinde Avrupa’nın uygar uluslarının tavrı dikkat çekicidir. Ermenilere karşı gerçekleştirilen katliamları sadece fotoğraflayarak görevlerini yerine getirdiklerini düşünmüşler. Katliamın ve sefaletin trajedi ve felaketin resmini çekerek Hristiyan vicdanlarını rahatlatmaya çalışmışlar.
SOYKIRIM PLANI
1-Türkiye Ermenilerinin seyahat etmeleri yasaklandı. Resmi emir şuydu; “Ermeniler yerinden kımıldamasın.”
2-Ermeni nüfusunun yaşadığı her şehirde nüfuz sahibi olduğu sanılan Ermeni (din insanları, partili partisiz siviller, aydınlar, doktorlar, yazar ve şairler vb.) halkı direniş için örgütlenmesin diye tutuklanıp hapsedildi.
3-Ermeni halkı silahsızlandırılacak, büyük mutfak bıçaklarına bile el konulacak.
4-Tüm aile fertleri beşikteki masum çocuktan doksan yaşındaki ihtiyara kadar katledilme amacıyla tehcir edilecek. Tereddüt etmeden ve acımadan bir aylıktan doksan yaşına kadar olanların yok edilmesi fakat bunun şehir içinde halkın gözü önünde yapılmamasına dikkat edilecektir.
5-Ermeni kadın ve kızlarının Türk haremlerine alınmasına izin verilecek.
6-Ermeni halkının bütün servet ve kültür kurumlarına el konulacak. Yerel banka hesaplarında tüm para, altın, gümüş ve mücevherler taşınır taşınmaz servet özel olarak kurulmuş “Metruke Emval” komisyonlarınca müsadere edilecek
7-Polis teşkilatları yaşı ve cinsiyeti gözetmeksizin katledilecek Ermenilerin özel listeleri hazırlayacak. Her listenin bir nüshası İstanbul’daki dahiliye nezaretine (İçişleri Bakanlığına) bir nüshası da Harbiye Nezareti’ne gönderilecek. Böylece Ermenilerin kaçta kaçının öldüğünü gün gün öğrenecek kaç Ermeni’nin öldüğü bilgisi düzenli olarak öğrenilecek. Ve bu bilgiler derhal telgrafla yetkili makamlara bildirilecek.
Ermeni halkını kitlesel olarak yok etmek için aşağıdaki yöntemler kullanılacak.
1-Türkiye’deki tüm şehirlerde idam mahkumları, mahkumlar ve suçlular affedilerek başı bozuk çeteler örgütlenecek. Osmanlı ordusunun cephe gerisini koruma bahanesiyle Ermeni halkı soyulup katledilecektir.
2-Ermenileri yok etmeyi planını uygulamayı reddeden tüm vali, kaymakam, belediye başkanı ve müfettişler derhal görevden alınacak yerlerine itaatkar bürokratlar atanacak.
3-Bu planların uygulanmasının genel denetimi İttihat Terakki Cemiyeti’nin yerel şubelerine bırakılacak. Aynı zamanda bu şubeler gerekli görme durumlarında daha sert önlemler alabilecek ve yıkıcı uygulamalar gerçekleştirebilecek.
İTTİHATÇI ŞEFLERİN KİMLİK BİLGİLERİ
SAİD HALİM PAŞA; MISIR ASILLI
TALAT PAŞA; POMAK
ENVER PAŞA; GAGAVUZ TÜRKÜ
CEMAL PAŞA; GÜRCÜ
BAHATTİN ŞAKİR; ÇERKEZ
SÜLEYMAN NAZİF; KÜRT
YUSUF AKÇURA; KIRIMDAN GELEN TATAR.
NAZIM; SELANİK YAHUDİSİ, Selanik ve Makedonya’dan katılanların çoğu bu ekiptendir. Kendisi doktor olan Dr. Nazım, İttihat Terakki Cemiyeti’nin ilk kurucu üyelerindendir. Ziya Gökalp’ın Pan-Türkist fikirlerinden etkilenen Dr. Nazım, Bahaddin Şakir ve Mithat Şükri, Ermeni ulusunun topyekün imha edilme planın baş sorumlularındandır. İttihat-Terakki’ye bağlı olarak gizli Teşkilatı Mahsusa adlı çete örgütünü kurar. Balkan savaşları sonucu ülkeye gelen yarım milyon Türk mülteciyi Ermenilerin topraklarına ve evlerine yerleştirir. 1926 yılında Mustafa Kemal’e suikast teşebbüsüne katılmaktan suçlu bulunup idam edilir.
ZİYA GÖKALP; Baba tarafı Türk, enne tarafı Pirinçzadelerden, Balkanlı, Çermik’e gelip yerleşmiş
REŞİD; ÇERKEZ: Fanatik bir Türk milliyetçisi olan Dr. Reşid, 1915’te Ermeni valiliğine getirildiğinde Ermeni nüfusunu terör ve katliamla silip süpürür. Ermenileri “zararlı mikroplar’’ olarak gören bu soykırımcı cani Nazilerin biyolojik ırkçılığın habercisi olur. Osmanlı askeri mahkemesi kurulur kurulmaz tutuklanır cezaevinden kaçmasına müsaade edilir. Kısa süre polis tarafından yakalanma üzereyken intihar eder.
AHMET RIZA; Anne ALMAN babası…
SOYKIRIMIN YASALLAŞTIRILMASI
İttihat-Terakki Cemiyeti insanlık tarihinde benzeri ilk olan caniyane soykırım planına “meşru” bir görüntü vermek için 1915 yılının Mayıs ayında Osmanlı meclisine hem Ermenilerin tehcirini hem de taşınır ve taşınmaz mallarına el konulmasını isteyen bir kanun tasarısı sunar. Tasarı kabul edilerek yasallaşır ve Sultan Reşad’ın emriyle yürürlüğe girer.
Talat, Bahaddin Şakir, Dr. Nazım’ın hazırladığı Ermenilerin imha planının Osmanlı meclisine onaylattıktan sonra Talat Paşa bu kez Şeyh-ül-İslam’dan ve Ermenileri vatan düşmanı ilan edilen bir fetva çıkarttır. Sultan ve Şeyh-ül-İslam Ermenileri imha planın uygulanmasını emreder.
SOYKIRIMA KARŞI ÇIKANLARA KARŞI UYGULANANLAR
Soykırım planın uygulanmasını kolaylaştırmak için Talat Paşa tehcir ve katliama karşı çıkan tüm eyalet, vilayet valileri Kastamonu, Ankara, Yozgat, Erzincan, Kütahya mutasarrıflarını, Lice kaymakamını ve diğer idarecileri birer birer görevden aldı. Bunlardan bazılarını imha ettirdi bazılarını sürgüne bazılarını ise görevinden aldı. Yerlerine genç ve Ermeni düşmanı görevlileri atadı.
GERÇEKLEŞEN KİTLESEL ERMENİ KATLİAMLARI
1-1894-96 yıllarında 200 bin Ermeni katledildi.
2-Kilikya (Adana katliamı) 30 bin Ermeni katledildi.
3-Büyük Felaket (Medzs Yeğerni) 1915 yılında 1.5 milyon Ermeni katledildi.
KİLİKYA KATLİAMI (ADANA KATLİAMI)
İkinci büyük Ermeni katliamı 1909 Nisan ayında gerçekleşir. Yaklaşık 30 bin Ermeni’nin katledilmesiyle sonuçlanan kitlesel şiddet eylemi gelecekte gerçekleşecek büyük katliamın ön adımı olarak okumak gerekir.
Sultan Abdülhamit rejimin uygulamalarını hatırlatan bu katliam sultan Abdülhamit’in devrilmesi ve meşrutiyetin ilan edilmesine karşın Ermeni halkının yaşamında özde değişen bir şey olmamıştır.
Sultan Abdülhamit’in devrilmesi İttihat-Terakki’nin yönetime gelmesiyle başlayan süreçte Ermenilerin ve Türk olmayan diğer halkların barış-huzur umudu suya düşmüştür. İTC’nin Doğu vilayetlerindeki halkların durumunun iyileştirilmesini reformların gerçekleştirilmesi sözlerine bağlanan umut ortadan kalkmıştır.
İTC iktidara gelir gelmez Hristiyan halkların haraca bağlanmasına devam edilir. İlerde gerçekleştirecekleri büyük katliamın ön hazırlıklarına başlanır. Devlet eliyle gerçekleşen her katliamda olduğu gibi Adana katliamın da provokasyon provaları önceden hazırlanır. Adana’nın Türk mahallerinde “Hristiyanların kışlaya saldıracakları buranın denetimini ele geçirdikten sonra Türk halkının üstüne yürüyecekleri” yalanları ortaya atılır. Bu yalan iddialar yetmezmiş gibi “Ermenilerin silahlanır silahlanmaz Osmanlı devletine karşı ayaklanacakları bağımsızlıklarını ilan edecekleri ve eski Ermeni krallığını kuracakları’’ yalanları ortalıkta dolaşır. Türk Müslüman halkın tepki ve öfkesini kabartarak gerçekleşecek bir katliamın ön adımları döşenir. Gerçek olmayan dedikoduların yayılmasına ve ortamın zehirlenmesine çalışılır.
Aynı benzer provakatif dedikodu ve yalanlar bölge genelinde dolaşır. “Hacın Ermeniler bir isyan hazırlığı içindedir. İsyancılar Adana’ya doğru ilerleyecekler’’, “Gece caminin kapısına dışkı sürüldü” vb. sözler katliam ortamının hazır hale getirilmesi için ortaya atılan iğrenç iddialardır.
Adana’daki yüksek rütbeli Türk memur ve subaylar, Ermenilerin potansiyel bir tehdit oluşturdukları fikrini ciddiye alır. Ermenilerden yana ciddi tehditler oluşturulduğu fikri etkin olmaya başlar.
Kilikya (Adana) ovasındaki Ermenilerin varlığının mümkün olduğu kadar kısıtlanması, nüfusunun azaltılması, var olanların dağdaki sığınaklara hapsedilmesi, böylece Türk devletinin ovaya yerleştirmeyi planladığı Rumeli ve Balkanlar’dan getirtilen göçebe aşiretlerin Ermenilerden boşalan bölgelere yerleştirilmesi planlanır.
Adım adım küçük çaplı katliam provaları gerçekleştirilir. Yollarda kadınlar kaçırılır. Erkeklere saldırılır ve dayak atılır. 14-16 Nisan 1909 tarihleri katliamın başlangıç tarihleridir. Katliam kendiliğinden gelişen bir hareket değildir. Olayların gelişim tarzı ve başvurulan yöntemler 1895-96 yıllarında Ermeni vilayetlerinde yapılan katliamlardan farklı değildir. Her iki katliamlarda yerli halkı galeyana getirecek kışkırtacak yalan haberler yayılır. Başı bozuk çeteler öncülüğünde kırsal kesimde yaşayan bir kısım halk katliamlara katılır. Müslüman din adamları kalabalıkları kışkırtır. Katliamın önde gelenleri jandarmalar ve yüksek rütbeli memurlar olur. Katliamın örgütçüleri olur.
Bindirilmiş kıtaların hareket geçmesi sonucu başta ücra mahallelerdeki Ermeniler başta olmak üzere Adana merkezde ve kırsal bölgelerde binlerce Ermeni yakma yıkma ve silahlı saldırı sonucu katliama uğrar.
Soykırım suçluları Ermeni ve Hristiyan halkların varlık sorununu ve reform talepleri karşısında her zaman yaptıkları inkar ve imha politikasını Adana katliamında da sürdürür. Ermeni kurbanlarının sayısını azaltıp Müslüman kurbanların sayısını artırarak bariz bir şekilde rakamlar üzerinde çarpıtmaya gider. Ancak gerek yerel bilgiler gerekse bölgede bulunan yabancı ülke diplomatları, gazeteciler, din insanlarının ve Ermeni Patrikhanesi’nin verdiği bilgilere başvurulduğunda toplam kayıp sayısı 30 bin olarak belirtilir. Bunlardan 1250 Rum, 850 Süryani Ortodoks, 422 Katolik Süryani, 23 Ermeni katledilir. Binin üzerinde kadın ve çocuk zorla kaçırılarak Müslümanlaştırılır.
Ermenilerin insan ve kadın hakları savunucusu ve mücadele öncüsü yazar Zabel Esayan kaleme aldığı “Yıkıntılar Arasında’’ adlı kitabında yaşanan katliam dehşeti karşısında ölümü arayan anaların dramını yalın ve derin edebi diliyle anlatır. Kitabında kana bulanmış Ermenilerin “vatan’’ adına kurban gittiklerini anlatır. Baskı altında çökmüş zulmün gölgesinde yolunu yitirmiş evlatlarını yitiren yüreği derinden yaralı anaların ne ekmek ne yardım talep ettiklerini sadece gözyaşlarını aradıklarını belirtir.
Osmanlı sultanı Abdülhamid döneminde 1895-96 yılları arasında gerçekleşen katliamlar sonucu 60 bin çocuk yetim kalır. 1909 Adana katliamında ise 7.903 Ermeni çocuk yetim kalır. Yetim çocuklar yabancı ülke yetimhanelerinde yaşama tutunurlar ancak büyük bir bölümü köklerinden tarih ve kimliklerinden yoksun kalacak şekilde asimilasyona maruz kalır. Ermeni halkına yapılan zulüm karşısında adalet talep edenlerin dilleri kesilir adaletsizliği eleştirenlerin kalemleri kırılır.
TOPLAMA-ÖLÜM KAMPLARI
Daha sonra Naziler örnek olacak toplama ve ölüm kampları İttihat Terakki yönetimi tarafından organize suç ve cinayet örgütü olan Teşkilatı Mahsusa eli ve uygulamasıyla on binlerce Ermeni tehcir yollarında katledilir. Yolda ölmeyip de toplama kamplarına yetişebilenler ise sistematik olarak açlık, soğuk, salgın hastalık ve zorla yağma ve kaçırma ile imha edilir.
Çok az kısmı Türkiye topraklarında büyük bir bölümü ise Suriye topraklarında olmak üzere yaklaşık olarak 25’e yakın ölüm kampları kurulur.
HALEP’ TEKİ TRANSİT VE TOPLAMA KAMPLARI
Kafileler Halep’e gelmeden önce transit kamplardan geçer. Hangi kamptan geçecekleri kullandıkları güzergaha bağlıdır. Her kampta salgın hastalıkların yaratılması için gerekli koşullar yaratılır. Köhne hanlarda çürüyen cesetler ve bu yığınlar arasında son nefesini vermek üzere olan insanlara sık sık rastlanır. Terk edilmiş başının çaresine bakılmak üzere bırakılan sayısız hasta görülür. Açlıktan ölmek üzere olan yedi yüzle-sekiz yüz köhne hanlarda görülür. Bu köhne hanlarda aralarında 5-7 yaş arasında olan bir deri bir kemik kalmış çocuklar bulunur. İnsanların çoğu Tifüs-Dizanteriye yakalanmıştı. Hanlar kendini kaybeden insanlarla doluydu. Aylardır aç kalan insanların midesi artık yiyecek kabul etmiyordu. Yemek yemeyi unutmuş ilgisiz bir şekilde ekmeğe bakan insanlar haline gelirler. Şehirde, şehir kenarlarında binlerce insan oradan oraya sürüklenerek binler yüzlere, yüzler de küçük gruplara döner. Sonunda geride hiç kimse kalmaz.
Halep ve çevresinde insanların geçici olarak yerleştirildikleri sayısız geçici kamp olarak kullanılan köhne hanlara yerleştirilir. Ermeni isminin kökünü kurutmaya yemin etmiş insan kasapların elinde yüz binlerce kadın çocuk hunharca katledilir.
KARLIK: Halep’in kuzeyinde yer alan KARLIK’ta demiryolu hattı boyunca ikinci bir kamp kurulur. Ortalama 500 çadır kurulur. Bu çadırlarda hiç su olmadan 2 binle 3 bin arası insan yaşar. Burada her gün yüz insan ölür.
SİBİL: Halep yakınlarında bulunan bu kampta dizanteriden salgınından ölen sayısız insan her gün kazılan çukurlara doldurulur. Halepli Arap, Türk ve Yahudilerin kampa gelip kız ve erkek çocuklarının ailelerinden satın alırlar. Çocuk satışını istemeyerek kabul eden analar sonradan deliriyor. Evlatlarını teslim ettikten sonra şuurlarını kaybediyor.
AZAZ (KATMA) KAMPI: 15.000 ile 20.000 çadırın kurulduğu kampın bir ucundan diğer ucuna çıplak gözün göremediği kadar uzun olduğunu belirtmek gerekir. Bu kampta 60 bin insan katledilir. Gece olunca kampta yaşayanlar yağmacıların saldırısına uğrar. Ölü sayısı o kadar çoğalır ki çadırların zemini ölülerle ve ölüm döşeğinde olan insanlarla kaplanır. Birçok insan açlıktan bitap düşer. İnsan pisliği içinde ölür. Kimileri cesetleri yastık olarak kullanır. Kimileri soğuktan korunmak için cesetleri üstlerine örter.
MESKENE KAMPI: Bir toplama ve transit geçiş kampı olan meskene en fazla kayıpların yaşandığı en ölümcül kamplardan biridir. Kampın nüfusu kısa süre içinde nüfusu 100 bin olur. Bu ölüm kampında açlık, her türlü mahrumiyet bağırsak hastalıkları ve bunun sonucu tifüs nedeniyle ölerek gömülen ceset sayısı 80 bin olarak resmi kayıtlara geçse de gerçek rakam bunun çok üzerindedir. Ölen insanlara tek kişilik mezar bile çok görülür. Ölenler aceleyle 200-300 üst üste gömülür. Kısa sürede sayısız ölüm tepecikler meydana gelir.
Fırat nehrine atılan insan sayısı 100 bindir.
DİPSİ KAMPI: Meskene’ye beş saat uzaklıktaki Dipsi kampında yaklaşık 30 bin insan katledilir. 2 bine yakın çadırın bulunduğu Meskene’de çadırlara yerleştirilen insanlar aç susuz ve çıplak bir şekilde ölüme terk edilir. 1916 yılının Nisan sonunda kampı kesin olarak boşaltmak üzere 20 jandarma gelir. Yürüyemeyecek halde olan sakinleri yaktıktan sonra son kafileyi Abuharar’a gönderir.
ABUHARAR KAMPI: Meskene’den dokuz saatlik bir uzaklıkta bulunan iki handan oluşan bu kampta 500-600 çadır bulunmaktadır. Yaklaşık 3 bin kişin kaldığı bir transit kampta kampın sorumlusuna rüşvet verilerek kalınır. Rüşvet verenler de kamptan sürgün edilir.
HAMAM KAMPI: Abuharar’dan bir, Rakka’dan beş saat uzaklıkta bulunan bu kamp bir transit kamp olarak kullanılır. 150 çadırın bulunduğu bu kampı İsak Çavuş adında bir Çerkez yönetir.
RAKKA ve SEBKA KAMPI: Şehre ilk ulaşan Sivas (Zara- Kangal- Yenihan-Koçhisar) Trakya, Urfa bölgelerinden gelen yanı sıra erkekleri yollarda öldürülmüş Tokat Ermenilerden oluşan toplam 7 bin ile 8 bin insan Sebka kampına yönelir.
Rakka’ya girebilmek Der Zor’a sürgüne gitmekten ölümden kurtulmak anlamına gelir.
DER-ZOR/MARAT KAMPI: Mezar taşsız Ermeni mezarlığı olan Der-zor’da Ermeni kasabı olarak tanınan gerçekleştirdiği sayısız katliamlarla ün salmış Salih Zeki tarafından Zor’da 195. 750 Ermeni katledilir.
Marat ve Şedade arasında 82.000 kişi katledilmiştir. 20 bin kişi de Teğmen Türki Mahmud gözetiminde Rav kalesinde öldürülmüştür.
AKHTERİM KAMPI: Halep’ten önceki son kamp olan Bap ve Akhterim kamplarının hijyen koşullarının kötülüğünden dolayı ağır kayıplar yaşanır.
BAP KAMPI: Şehirden yarım saat uzaklıkta olan her yağmur yağdığında bir göle dönüşen kampta binlerce kadın yarı çıplak sefil halde bulunan çocuklarla beraber aynı kaderi taşırlar. Kampta kalanlara çevrede bulunan Arap köylerine gitmelerine izin verilmez. Kampta birkaç gün kalanlar tekrar Halep ve Suriye çöllerine doğru yola devam ediyorlardı. Tifüs hastalığı yaygın bir şekilde görülür. Hastalıktan bakımsızlık ve açlıktan dolayı günde en az dört yüzle beş yüz arası insan ölür.
Ekim 1915 ve 1916 Şubat arasında en 50 binle 60 bin arası insan hayatını kaybeder.
LALE ve TEFRİCE: Bap ile Meskene’yi bağlayan ve Halep’i teğet geçen tali bir yol üzerinde ölüm tuzağı diye adlandırılan bu noktalar hakiki bir mezarlığa benzer. Genellikle en iyi ihtimalle bir iki günlük ömürleri kalan insanların bırakıldığı yer olarak bilinir. Toplu ölümlerin yaşandığı noktalar olarak bilinir.
MENBİÇ: Halep’e 20-30 kilometre uzaklıkta Res-ul-Ayn üzerinde yer alan bu kamp ruhban sınıfını halktan tecrit etmek amacıyla kurulur.
MARRA KAMPI: Yaklaşık 3-4 bin insanın kaldığı bu kamp diğer kamplara benzemez. Kampta kalanlara buğday verilir. Suriye çöllerine gönderilme korkusuyla insanlardan rüşvet alınır. Ancak ileriki süreçte Marra ve civardaki köylere yerleşenler Der-zor’a gönderilir. Başta kamp yetkilileri olmak üzere yerle yöneticiler icraatlarının yabancı tanıklardan gizlemeye çalışır. Yetkililer toplu katliamları gizlemek için yabancılara sadece sevkiyat bir anlamıyla Ermenilerin yer değiştirildiğini göstermeye çalışıyorlar.
SURUÇ–ARAPPINAR- RES’UL AYN KAMPLARI
SURUÇ: Şehir çıkışında bulunan arazi üzerinde kurulan dört büyük çadıra hasta insanlar yetiştirilir. Yol boyunca yağmalanan kafileler neredeyse her şeylerini tüketmişler. Sorumluların hastalara ilaç verme yetkilerinin olmadığını belirtir. Suruç hanı “mikrop üreten kuluçka makinası’’ gibi hastaları öldürmeyi hedefleyen mikrop fabrikası gibi çalışır. Her kampta olduğu gibi jandarma komutanı, kaymakam, yetkili kişiler, yörenin zenginleri genç yaşta kız ve erkek çocukları alıp kendi haremlerine kapatır. Kendilerinden önce gelenler gibi cesetleri şehir hanın arkasına atılır. Çürüyen cesetler köpeklere yem olur. Sadece Fırat nehrine atılan ceset sayısı 100 bindir.
ARAPPINAR TRANSİT GEÇİT KAMPI: Çoğunluğu Sivas vilayetinden gelen 15 bin sürgün en kötü koşullarda yaşam sürer. Salgın hastalıklardan günde 120 ila 170 insan kurban gider. Görgü tanıklarından Kapigyan’a göre altı hafta içinde bu kampta 4 bin insan yaşamını kaybeder. Kamp daha sonra boşaltılır. Geri kalanların bir kısmı Res-ul-Ayn’a ve oradan Der-Zor veya Musul’a gönderilir. Bazıları da Suruç ve civardaki köylerde saklanır.
RES-UL-AYN KAMPI: En önemli toplama kamplarından biri olan Res-ul-Ayn’da yaklaşık 10 bin çadır kurulur. Bu çadırlarda yaklaşık 50 bin insan bulunur. Kampta her gün üç yüzle beş yüz arasında insan kampın dışına çıkarılarak katledilir. Katliamların büyük bir bölümü bölgeye önceden yerleştirilen Çeçenler tarafından gerçekleştiriliyor. En acımasız katliamların gerçekleştiği kamp olarak yazılır soykırım kitabına. Soykırım ve yabancı tanıkların verilerine göre bölgede yaklaşık 60-70 arasında insan katledildi.
MUSUL: 1915 yılının Aralık ayında yaklaşık 15 bin sürgün bölgeye ulaşır. 1917 yılında Halil Paşa kurmay heyetiyle Musul’a gelir. Halil Paşa sadece sürgün edilen Ermenilere zulmüyle tanınmaz. Aynı zamanda bölgede yaşayan Kürt ve Yahudi mültecileri de hedef alan acımasız bir baskı uygular. Daha önce Bitlis vilayetinde Ermenilerin yok edilmesine katılan Cani Halil iki gecede 15 bin Ermeni’yi başıbozuk çetelere öldürtür.
SOYKIRIM SÜRECİNDE ERMENİ KADINLARIN DURUMU
Açlık, soğuk, salgın hastalık dolu uzun sürgün günlerinde Ermeni kadınlar her türlü eziyete maruz kalır. Umutsuzluğu, fiziksel zorlukları; açlığı derinden yaşayan kadınlar, Çerkes ve Kürt çeteler tarafından kaçırılmışlar. Yağmaya uğramışlardır. Tehcir günlerinin nasıl bir işkence olduğunu yaşayan kadınların birçoğu zehir içerek intihar ederler. Fiziksel ve ruhsal sağlıklarını yitirenler kendilerini nehirlere, vadilere, bataklıklara atar. On binlercesi ilaç sağlık hizmetleri olmadığı için hastalıktan ölür.
Güneşten yanmış, soğuk ve rüzgara maruz kalmış tenleri köseleye döner. Duyguları körelmiş olan birçok hamile kadın isyan edercesine yeni doğmuş bebeklerini yol kenarlarına bırakır.
Fedakar Ermeni analar, uzun süreli açlık karşısında bir dilim ekmek için sevgili oğulları ve kızlarını Hristiyan-Müslüman demeden karşılarına çıkan ilk kişiye satıyorlardı. Bir lokma ekmek uğruna Ermeni analar büyüttükleri sevgili evlatlarını gözyaşları ve öpe okşaya satarken diyorlardı ki: “Bizim kurtuluşumuz yok. Ölüp gideceğiz. Bari şu zavallı yetimler kurtulsun.” Yüreklerinden kan damlayan anaların tutacak yaslarının rengi olan siyahları arar.
Açlık ve kırım karşısında bir parça ekmek karşısında çocuklarını satanlar daha sonra ne yaptığının farkına varan ve aklını yitiren Ermeni kadınların sayısı on binlerle ifade ediliyor. Soykırımın analiz edilmesi gereken çok önemli bir yanı ise aklı dengesini kaybeden kadınların gerçekliği ve durumudur. Soykırım aslında bir yandan da kadın kırımıdır.
Cennet topraklarında cehennemi yaşayan kadınlar yaşadıkları topraklarının altının yetimhaneye döndüğünü belirtir. Ölümü her şeyi unutmak için arayan analar, yaslarına teselli bulamayan kadınlar yaşadıkları felaketi unutmadan çöl kumlarına tutunmaya çalışırlar. Ermeni kadınların geçmişleri katledilmiş evlatları, tecavüze uğramış genç kadınlar, boğazlanmış eşler olur. Ölümsüzlük, ölüme anlam yükleyerek geride kalan kadınlar yeniden doğuş tutkusuna sarılır.
İttihatçı Türk hükümeti ilan ettiği “Cihad”ı savunmasız kadın ve çocuklar üzerinde katliam-tecavüz-yağmayla yürütür. Der Zor çöllerine sopa-kırbaç darbeleriyle sürülen kadınlar çöl kumlarında ölür.
Herkes soykırımın baş failleri olan Mehmet Talat, Ahmet Cemal, İsmail Enver unutabilir isimlerini hafızalarından silebilir ancak zulmün her türlü rengini yaşayan kadınlar birkaç yüzyıl da geçse bu kendilerine her türlü zulmü yaşatan katillerin iğrenç isimlerini asla unutmayacaklardır.
SOYKIRIM SÜRECİNDE GERÇEKLEŞEN DİRENİŞLER: SASON, MUSA DAĞ, VAN, URFA, ŞEBİNKARAHİSAR DİRENİŞLERİ
SASON DİRENİŞİ: 1894 Sason bölgesindeki direnişçiler, Sultan Abdülhamid’in Hamidiye alaylarına karşı mücadele başlatırlar. Bölgede hem Osmanlı yönetimine hem de Osmanlı yönetimiyle ittifak halinde olan Kürt Beylerine, Ağalarına karşı direnişe geçerler. Diğer bölgelerde yaşayan Ermeniler, Sason direnişini büyük bir coşkuyla karşılar. 1915 yılının Mart ayında İttihat Terakki hükümetinin Ermeni halkını silahsızlandırma planının üç sac ayağı vardı. İstanbul’daki merkezi yönetim 120 bin Ermeni’nin yaşadığı şehri silahsızlandırarak işe başladı. Van ve Zeytun Ermenileri silahsızlandırılmaya çalışıldı.
Enver Paşa’nın eniştesi olan Cevdet Bey, fanatik bir Ermeni düşmanıydı. Zalimce tedbirler altında silahsızlandırma işlemine Van halkı sert bir yanıt verdi. 200 bin Ermeni’nin yaşadığı Van’da Ermenilerin isyan etme gibi bilinçli bir amaçları ve hazırlıkları yoktu.
Taşnak lideri olan Varşag Vramyan tutuklanır. Keza Taşnak militanı Işkhan Van valisi Cevdet tarafından öldürülür. Bu durum karşısında Van halkı, öz savunma yollarını aramaya gitmiştir. 21 Nisan 1915’te Van’da başlayan Ermeni halk hareketi bütün hazırlıksızlıklarına karşın ileri bir adımdır.
ZEYTUN: Soykırım saldırıları karşısında Zeytunlu gençler dağa çıkar. Askere gitmeyi, Türk yönetimine hizmet etmeyi kabul etmeyen gençler dağa çıkar. Kendilerini Osmanlı askerlerine karşı savunan Zeytunlu gençler direnişe geçer. Kendilerini savunmak amaçlı işgalcilere silahla yanıt veren gençler binbaşı Süleyman’ı öldürür.
ŞEBİNKARAHİSAR DİRENİŞİ: 2 Haziran 1915 tarihinde Osmanlı askerleri Ermeni mahallesinde asker kaçaklarını aramak, toplamak bahanesiyle girdikleri esnada Ermeni direnişçileri silahla yanıt vermiştir. Yaklaşık yirmi beş gün süren kahramanca direniş İttihat-Terakki ordusu ve çeteleri tarafından bastırılır.
MUSA DAĞI DİRENİŞİ: Musa dağında Kırk Gün kitabında bu direniş ayrıntılı olarak anlatılır.
OSMANLI HAYALİ VE İTTİHATÇILIK
Osmanlı hayali “Her daim genişleyen bir sınır”, “Her daim Muzaffer bir ordu” Jön Türkler Mısır, Trankafkasya, İran, Afganistan, Pakistan’daki topraklardan Hindistan’a kadar uzanan bir imparatorluk kurma hevesiyle Pan-Türkist, Pan İslamist hayallerini sürdürmüşlerdir.
KEMALİZM
24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan antlaşmasıyla Osmanlı devleti tasfiye edilir. Yeni Türkiye sınırlarının çizilmesi gerçekleşiyor. Kemalizm’le Jön Türk hareketi arasındaki bağlantıyı resmi tarih bunun titizlikle reddeder.
Mustafa Kemal 1918’de İstanbul’a döner dönmez Talat ve Enver’in yurt dışına gitmeden önce hareketi emanet ettiği Jön Türk liderlerle yakınlaştığı belirtilir. Mustafa Kemal İTC devamı olan Osmanlı Hürriyet Perver Avam fıkrasına katılır.
1919 ilk baharında Türk çetelerinin Samsun bölgesinde yaşayan Rum köylerine yapılan katliamlar tam da onun 9. Ordu Müfettişliğine atandığı süreçte gerçekleşir. Hareketin ilk günlerinden itibaren İttihatçı olduğu bilinen ancak Enver-Talat tarafından uygulanan Ermeni soykırımdan direk sorumluluğu olmaz. Bunun özenle gizlenmeye çalışıldığı bir gerçektir. Mustafa Kemal’in etrafında toplanan akım İttihat Terakki’nin bir Türk-Ulus devlet yaratma projesini üstlenir. Ancak büyüklerinin yaptığı zulmün sorumluluğunu üstlenmez.
M.Kemal öncülüğünde kurulan ilk meclisin 164 üyesi “Ermeni milletini yok etme politikasını onayladığını” 24 mebusun ise uygulanan şiddet politikasında doğrudan katıldığı ortaya çıkar.
1920 yılı sonbaharında Ermenistan’a yapılan Kazım Karabekir komutasındaki on beşinci Kolordu tarafından askeri operasyonun emrinin Kemalist hükümetten alındığı açıktır. Kemalist hükümet, 8 Kasım 1920’de Kazım Karabekir’e çektiği telgrafta “Ermenistan siyasi ve fiziksel olarak yok edilmelidir’’ diye emreder. Kemalist rejimin Ermeni ve Ermenistan düşmanlığını açıkça ortaya koyar.
16 Mart 1923’te Mustafa Kemal Adana’da esnafa yaptığı konuşmada şöyle der; “Memleket en sonunda yine gerçek sahiplerinin elinde karar kıldı. Ermeniler ve diğerlerinin burada hiçbir hakkı yoktur. Bu bereketli yerler koyu ve öz Türk memleketidir.”
Böylece Cumhuriyetin azınlık politikalarının çerçevesini belirlemiş oldu.
Mustafa Kemal önünde öncelikle Osmanlı deneyimi vardı. 1908’de başlayan 2. Meşrutiyet dönemi, hem Meclisi Mebusanın (örneğin 1912) etnik (Türk, Kürt, Arap, Arnavut, Rum, Ermeni, Bulgar, Yahudi, Ulah, Makedon, Süryani, Sırp) dinsel (Müslüman, Hristiyan, Musevi) ve Parti (ITC, Ahrar, Taşnak, Hınçak, Sosyalist) çoğulluğu hem de basının çok sesliliği açısından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nden çok daha demokratikti.
Bu çoğulculuğu ve çok renkliliği önce İttihatçılar daha sonra Kemalistler adım adım boğdular. Ve 23 Ocak 1913 Babı-Ali Baskını’nda sonra bir nevi istibdat rejimine geçtiler. Mustafa Kemal ve arkadaşları da onların devam olarak bu uygulamaları örnek aldılar. “Tek millet, tek dil, tek din, tek bayraklı” rejim kurulur.
M.Kemal’in başını çektiği Cumhuriyetin kurucularının nasıl bir kalemi eline alıp bu topraklarda yaşayan milyonları nasıl satırlar arasına sıkıştırdığını birer numara, birer kategoriye dönüştürdüğünü görüyoruz. Ve bu yüzyıllık oyun Aparteheid’in dehşet verici bir resmini çiziyor.
İNKARCI TÜRK TARİH TEZİ
Resmi tarih tezi Ermeni-Rum-Süryani-Ezidi-Kürt-Alevi katliamların inkarı ve gerçekleri çarpıtma üzerine kurulu bir temel üzerinde yazılmıştır. Kendi suçlarını kabul etmeyen gerçekleştirdikleri provokasyon ve katliamları üstlenmeyen sorunları ve nedenleri dışıyla açıklayan ve bunu ispatlamak halka inandırmak için olmadık yalan ve çarpıtmalara başvurarak tarihi alt üst eden bir yerde durmaktadır.
Okullarda başlamak üzere yüksek okullarda üniversitelerde ibadet ve inanç mekanlarında askeri ve sivil kurumlarda devlete ait tüm mekanlarda Türk şovenizmi ve zehiri her dönem her tarafa sistematik olarak yayılır. Resmi tarih teziyle eğitilen her öğrenci, her çocuk ve yetişkin her insan tarihin çarpıtılmış haliyle yetişecek derin ve köklü bir Ermeni-Kürt düşmanlığıyla konuşacak yaşayacak ve hareket edecektir.
Resmi tarih “Soykırım olmadı, bunun suçlusu Ermenilerdi. Osmanlı imparatorluğu için tehlike yaratan ayrılıkçı, isyankar bir tebaaydı Ermeniler. Ruslarla işbirliğine girerek Osmanlı devletini arkadan hançerlediler. Bazı bölgelerde isyan çıkararak masum Türkleri ve askerlerimizi öldürdü. Cephe gerisinin sınır boylarının güvenliği için bazı Ermeniler sürüldü. Hak ettiklerini aldılar” der.
Resmi tarih sadece Ermeni-Rum-Süryani soykırımlarında gerçeği alt üst etmekle sınırlı kalmıyor hemen her toplumsal meselede benzer tarzda yaklaşarak her toplumsal olayı ve gelişmeyi çarpıtmakta ve ters yüz etmektedir.
SOYKIRIMDA ALMAN DEVLETİNİN ROLÜ
Alman devletinin Osmanlı devletinden İttihat Terakki dönemi ve sonrasında etkisi önemli yerde durmaktadır. Katliamcı Sultan Hamid döneminde bile Alman devleti hep Osmanlı sultanının yanında yer almıştır. Kayzer Wilhelm Abdülhamid’in yakın dostuydu ve Ermenilerin başına gelenlerle çok da ilgilenmiyordu. O tarihlerde iki devlet arasında resmî bir müttefiklik ilişkisi vardı ve beraber Bağdat Demiryolu’nu inşa etmeyi planlıyorlardı, Osmanlı ordusuna silah yardımı yapılıyordu.
Abdülhamid’in ve daha sonra Jön Türklerin İngilizler, Fransızlar ve hatta Ruslar tarafından Osmanlı’nın parçalanacağından korktuklarından haberdardılar. Almanlar “Biz sizin dostunuzuz, toprak bütünlüğünüzü taahhüt ediyoruz, buradan bir parça istemiyoruz, beraber çalışabiliriz” dediler. Osmanlı’yı bir sömürge olarak görmüyorlardı ama Osmanlı’yı domine ederek İngiltere’yle Ortadoğu’da, hatta Hindistan’da daha rahat mücadele edeceklerini hesap ediyorlardı. Böylece burada stratejik bir müttefik buldular. Almanlar yetkisi ve sorumluluğu yüksek mevkilere yerleşmişlerdi. Enver dahi kararlarını ve yetkisini bir Alman generalle paylaşıyordu. Ermenilerin gerçek bir tehlike arz ettiğini söyleyen Alman kurmaylar arasında Bronsart başı çekiyordu. Tehciri savunuyordu, tehcirin kitlesel katliamlara dönüştüğünü öğrendiğinde “Böylesi daha iyi, müdahale etmeyin” demişti. O ve başka bazı çok etkili Alman kurmaylar, “Türkler bu çözümü uygun gördülerse, bu bizim için de daha iyi olur” diye düşünmüşlerdi. Ayrıca Bronsart gerçek bir ırkçıydı, Osmanlı Ermenilerini Almanya’daki Yahudilere benzetiyordu. Sonraları önde gelen faşistlerden biri oldu. 1930’larda yazdığı mektuplarda Ermenilerin Yahudilerden bile beter olduğunu yazıyordu. Askeri ataşe Hans Humann da benzer fikirdeydi. Donanmanın başındaki Souchon “Ermenileri yok etmeleri Türkler açısından daha hayırlı” demişti. Hain olduklarını, Ruslarla işbirliği yaptıklarını düşünüyorlardı. Sosyal manada Ermenileri Yahudileri andıkları gibi anıyorlardı, mesela tefeciliklerini, zenginliklerini öne çıkarıyorlardı, Türk toplumuna zarar verdiklerini düşünüyorlardı. Yani Alman hükümeti olan bitenden zaten haberdardı. Diplomatların tüm çabası, bu işte sorumluluk üstlenmemek üzerineydi, “Enver ve Talât’ı resmen protesto edeceğiz, daha sonra bir belge gösterebilmemiz için” dediler ama aslında bunu da yapmak istemiyorlardı.
Alman askerlerinin Ermenilerden bahsederken “Hristiyan Yahudiler’’ ve “Türk halkının kanını emen tefeciler’’ diye söz ederler. Bu sözler bile Almanların ve Türklerin ideolojik ilişkisini Ermenilerle ilgili ortak görüşlerini ortaya koyar.
Almanlar “Siz Ermeniler cezayı hak ettiniz. Hangi devlet olursa olsun ülkenin yıkılması pahasına kendi ulusal emellerini gerçekleştirmek için silaha sarılan asi uyruklarını cezalandırırdı. Böylesine kaotik ve savaş günlerinde suçluyu masumu birbirinden ayırmanın zor olduğunu anlamalısınız’’ diye konuşurlarken Talat-Enver -Bahaddin Şakir-Dr. Nazım’ın konuşmalarından farklı değildi.
Almanlar yaş ve cinsiyet ayrımı yapmadan gerçekleşen katliamdan habersiz olduklarını sadece tehcir sırasında açlık ve yolculuğun zorlukları nedeniyle görülen ölümlere değiniyorlardı. Birçok Alman subayı kendilerine sığınan Ermeni gençleri Türk yetkililerine teslim etmekten kaçınmıyordu. Eğer bir Ermeni herhangi bir Alman hakkında olumsuz konuşur ya da Almanları Ermeni katliamlarına kayıtsız kalmakla suçlarsa derhal tutuklanırdı. Alman subayları “Ermenilerin anlayacağı dilden sadece Türkler konuşur’’ derken en anlatmak istediklerini açıklamış oluyorlardı. Türklerin konuşma dili soykırım açlık sürgün mezarsız kefensiz Ermeni ölümleridir.
SOYKIRIMDA ERMENİLERE YARDIM EDEN TÜRKLER
Talat Paşa’nın görev bölgelerindeki tüm Ermenileri öldürme emrine direndikleri için görevlerinden uzaklaştırılan Kastamonu’nun nazik düşünceli valisi Reşit Paşa’yı Der zor havalisinin vali yardımcısı Ali Suat’ı, Halep Vilayeti Genel valisi Mehmet Celal’i ve Çankırı mutasaraffı Asaf’ı tanıtır. Ermenilere iyi davranan Konya ahalisi
Kütahya valisi, Lice kaymakamı Ermeni soykırımına karşı çıkan Ermenilere iyi davranan yöneticiler olmuştur.
Soykırım süreci ve sonrasında Türk-Kürt ve Balkanlar’dan göç ettirilip getirtilen halkların durumu da içler açısı olmuştur. İttihatçı hükümetin yaygın ve kitlesel katliamları sadece Ermeni halkının imha ve yok olmasını getirmemiştir aynı zamanda geride kalan halklar da açlık yokluk kıtlık çekmiştir. Halklar kendi kaderleriyle yalnızlık içinde bırakılmıştır.
SAHTE SOYKIRIM YARGILAMALARI
Kabul etmek gerekir ki soykırıma akıl ve irade veren İTC şefleri ve yöneticileri başta olmak üzere yerel sivil yöneticiler memurlar çeteler yargılanmadıkları gibi aklanıp ödüllendirildiler. Göstermelik birkaç yargılama ise saf halkı ve dünya kamuoyunu kandırmaktan ibaretti. İttihat Terakki soykırım işledikleri suçundan yargılanmadı. Suça karışan alt kademedeki bazı memurların kendi kaderlerine bırakarak yurtdışına kaçtılar.
Göstermelik bazı yargılamalar soykırım suçları üzerinden değil Ermeni mallarının gaspı ve talanı üzerinden olmuştur. Duruşmalarda failler suça karışmış oldukları açığa çıksa bile yargılanmazlar.
ITC ve Teşkilat-ı mahsusa liderleri Divanı Harp’ta yargılananların işlenen soykırım suçlarıyla değil yolsuzluklarla ilgili yargılanmaları gerektiği bir gizli anlaşma yaparlar. Ve öyle de olur. Davalar görüldükten sonra çok az mahkumiyet kararı verilir. Verilen cezalar ise sanıkların yasa dışı yollarla elde ettikleri malların devlete geri iade edilmesiyle ilgilidir.
SOYKIRIM SÜRECİNDE BAZI ERMENİ HAİNLERİ
Çok sayıda Ermeni hain, makam ve para karşılığında kendi halkının evlatlarını Türk yönetimine ve yetkililerine ihbar ederek yardım etmişlerdir. Hazırladıkları Ermeni entelektüellerinin kara listesini Türk yönetimine teslim ederek bu kişiler sürgüne ve zulme uğramıştır. Bu hainler acıma ve şefkatten yoksun utanmaz rezil kişilikler olmuştur. İstanbul polisi müdürü Bedri, 150’den fazla Ermeni muhbirin polise çalıştığını itiraf etmiştir. Bunların başta gelenleri eski bir öğretmen ve editör olan Beşiktaş muhtarı Artin Mgirdiçyan, Hınçak Partisinin ünlü eski liderlerinden olan Hmayag Aramiantz, 1915’te 20 Hınçak üyesinin asılmasının sorumlusu olan Arşavir Yasyan, dönme Vartabed Hrant Hovsepyan, 1912’den beri Talat Paşa’nın maaşa bağladığı kapı kahyası Kamer Şirinyan.
ERMENİ SİYASİ PARTİLERİN DURUMU
Ermeni siyasi partilerinin Türk hükümetine karşı tutumu her zaman dostça olmuştur. İstanbul Patrikhanesi’nin tutumu da benzer olmuştur. İttihatçıların elinde olan hükümetin dahiliye nazırı Talat’ın Ermenileri sevdiği yanılsamasına kapılmışlardı. Ve hiçbir tehlikeyle karşılaşmayacaklarına inanıyorlardı. Hatta İttihat Terakki hükümeti savaşa girmesi durumunda Türk hükümetine yardım edilmesi koşulunda 6 Ermeni vilayetinde reform planının daha geniş uygulanacağını düşünüyorlardı.
Oysa İttihat Terakki Cemiyeti’nin 13 Nisan 1909’da gerçekleştirdiği korkunç katliam hala hafızalarda tazeyken soruşturma komisyonlarının yayınladığı resmi raporlarda İttihatçıların katliamdaki sorumluluğu hakkında hiçbir kuşku kalmamasına karşı Ermeni cemaatinin önde gelenlerinin Türk hükümetine bakışındaki yanılsama kabul edilmez bir yerde durmaktadır.
Ermeni siyasi partilerinin liderleri İttihatçı Türklerin ideolojik yoldaşları olduğu inancına kapılarak tuzağa düştüler.
Oysa 1908’de Selanik’ten özgürlük idealini getirdikleri Jön Türklerin idealist Liberalizm maskesi takan en acımasız ve en gaddar katiller olduğu belliydi. Talat ve yoldaşlarının ağızlarından bal damlayarak verdikleri sözler, Ermeni siyasi partilerin önde gelenlerin aklını başından almıştı.
Taşnak parti lideri ve parlak bir yazar olan Agnuni’yi (Haçadur Malumyan) tutuklamak için gelen polislere şaşkınlık içinde “Talat’ın bundan haberi var mı?’’ diye sorar. Komiser Talat’ın imzasını taşıyan tutuklama emrini gösterdiğinde iyice şaşıran Agnuni daha biraz önce Talat’la birlikte yemek yediğini söyler. Agnuni, Talat’ın kendisine karşı bu kadar haince bir dolabı nasıl çevirdiğini anlayamaz. Oysa Agnuni 31 Mart 1909’da kendi evinde Talat’ı saklayarak kendi hayatını tehlikeye atar.
Taşnak liderin gözü dönmüş soykırımcı Talat’a inanmasını hayatıyla öder. Soykırımcılara güvenmemek gerektiğini hayatının son nefesini verirken öğrenir.
Kilikya Taşnaklarının ünlü lideri Vahakn, Adana’daki yakın dostlarının “Tüm arkadaşlarını tutukladılar. Ve öldürdüler. Ortalıkta fazla güvenme, izini kaybettir.’ uyarılarını ciddiye almaz. “Suriye ve Filistin ordularının komutanı Cemal Paşa sağ olduğu sürece kılıma bile dokunamazlar’’ der. Kısa süre sonra Vahakn Cemal Paşa’nın emriyle idam edilir.
Ermeni siyasi parti liderleri kadar Ermeni Patrikhanesi de Türk yönetimine karşı iyimser duygular taşımış ve dostluk çizgisinde hareket etmişlerdir. Patrikhane Ermeni halkına Türk ordu ve donanması için yardım toplayan komitelere her türlü maddi ve manevi yardım yapmayı öğütlemiş, Osmanlı vatanının savunulması görevini kolaylaştırmayı tavsiye etmiştir.
İstanbul ve İzmir’deki Ermeni hastaneleri Çanakkale’den getirilen yaralı Türk askerleri için yüzlerce yatak hazırlamış her türlü desteği Türk Kızılayı’na vermiştir. Ermeniler için konulan sıkıyönetim yasalarına askerler, doktorlar, eczacılar, hemşireler ve ustalar Türk ordusuna aktif destek vermişlerdir.
Ermeni siyasi parti ve Ermeni patrikhane yöneticileri Osmanlı ordusuna ve askerlerine maddi yardımda bulunmaktan geri durmamışlar. İttihatçı hükümetin söz ve vaatlerine inanacak kadar saf olan yöneticiler tutuklandıklarında derin bir pişmanlık duymuşlar ve ancak İttihatçılar tarafından katledilmekten kurtulamamışlardır. Yaklaşan büyük soykırım tehlikesini hissetmekten uzak gaflet içinde beklemişler.
Dahiliye Nazırı Talat Paşa ve Alman sefiri Von Vangenheim’in Ermenilerin korkmaları için bir neden olmadığını hükümetin iyi niyetine güvenmeleri ve gelecek kaygısı yaşamadan rahat olmaları gerektiği yönünde sık sık yatıştırıcı güvenceler vermiştir. Bu şekere bulanmış mermiler Ermeni halkının hazırlıksız örgütsüz yakalanmasına neden oldu. İttihatçı hükümetin ve Osmanlı Türk topraklarını tehdit eden hiçbir neden ortada yoktu. Ne iddia edildiği gibi cephe gerisinin tehlikeden olduğu ne Van’da halk isyan etmişti ne Zeytun ve Muş’ta asker kaçakları hareketliliği vardı.
ERMENİ SOYKIRIMI, TARİHSEL OLDUĞU KADAR GÜNCELDİR
Ermeni soykırımı sorununa geçmişte gerçekleşen ve geride kalan bir sorun olarak bakılamaz ve ele alınamaz. Geçmişte gerçekleşen ve ancak geçmişte kalan bir sorun değildir. Neden ve sonuçları günümüze dek sürüp devam etmektedir.
Soykırıma sebebiyet veren Türk ulus devlet yaratma ve Türk olmayan halkları yok etme temelli ideolojik ahlaki nedenler geçmiş gücünden bir şey kaybetmeden günümüze dek devam etmektedir. Ermeni, Rum, Kürt imha ve inkar etme aklı devam etmektedir. Yeni Osmanlıcılık hayalleri, yayılmacılık ve hegemonyacılık politikaları devam etmektedir. Pan Türkizm-Pan islamizm ideolojisi ve hayalleri devam etmektedir. Homojen Türkiye yaratma politikası soykırım ve imha ve inkar üzerinden devam ediyor.
Soykırımcı Türk devleti tarafından sürdürülen Ermeni jenosidini kabul etmeme ve Ermeni düşmanlığı bütün yıkıcılığıyla devam etmektedir. Karabağ ve Ermenistan üzerinde oynanan işgal ve yayılma saldırganlığı bütün şiddetiyle devam etmektedir. Türk şovenizmi bütün zehiriyle Türk olmayan halkları imha inkar tehdidi sürmektedir.
Ermeni, Rum, Süryani, Ezidi halklarını yok etme varlıklarını inkar etme düşman gibi bakma politikası bugün Kürtler, Aleviler üzerinden devam etmektedir. Kürtlerin varlığı, inkarı, imhası üzerine kurulu devlet aklı geçmişten günümüze dek devam Türkiye’yi homojenleştirme politikasının bir devamıdır. Her olayı ve olguyu “Türkiyenin beka’’ sorunu olarak ele alan bu temelde devlet merkezli şiddeti hoş gören ve bunu ısrarla ve inatla savunan Erdoğan-Bahçeli faşist kliği dün de İttihatçı- Turancı soykırımcılar benzer anlayışları savundu ve soykırım politikalarını uyguladı.
Dolayısıyla tarihte gerçekleşen ancak günümüze dek devam eden Ermeni soykırım sorunu bir kavşak sorunudur. Bu soruna devrimci temelde bakmayanlar Kürt ulusal sorununa, demokrasi ve özgürlük meselesine de doğru bakamaz. Farklı inanç ve cinsiyetler meselesine doğru bakamaz.
Eğer bugün halen Kürt düşmanlığı bütün yıkıcılığı ve inkarcılığıyla şiddetli bir şekilde devam ediyorsa Kürt katliam ve asimilasyon politikası gücünden hiçbir şey kaybetmeden devam ediyorsa bunu Ermeni soykırım meselesindeki anlayış ve politikadan bağımsız düşünmemek ve kopuk ele almamak gerekir.
ÖLÜM SÜRECİNİN BAZI CÜMLELERİ
Ölüm tercihi karşısında zorla İslama geçmeye çalışılan Ermenilere eziyet edenlerle din kardeşi olmayı reddedenler “Ölüm yolculuğumuzda olduğumuzu biliyoruz. Ama ölüm o köpeklerle birlikte dua etmekten iyidir’’ der.
Yüz yıllarca sürdürdükleri beceri ve mesleklerinden zorla katliamla kopartıldıktan sonra Türkler ilk kez Ermenilerin mimarlık ve yaratıcı çalışmaları olmadan bir şey yapamayacaklarını görmüşlerdi. Binlerce yıllık tarihi topraklarından zorla koparılarak bir daha geri dönmemek üzere ayrılan Ermeni çiftçi, zanaatçı, tüccar, banker, doktor, eczacı, sanatçı, mühendis, siyasetçi olarak Osmanlı İmparatorluğu’na büyük hizmetler sunmuş, toplumun temel direği olmuşlardır. Ermenilerin zorla tehcire sürülmesiyle birlikte Türkler ülkenin bolluk ve bereketinin de onlarla birlikte gittiğini itiraf etmeye başlamışlar.
Bir buçuk milyon Ermeni halkı, özgürlük sunağına kurban edilmişti. Ermeni kurbanların kafatasları bir dağa dönüşse de mutlaka kutsal Ararat dağı karla kaplı doruğuna gölgesini bırakır. Parçalanmadık hiçbir yeri bırakılmayan Ermeni halkının hayata bağlılığı insanlık tarihinin en mükemmel sayfaları arasına yazılmıştır.
Bir ulusu yok etmek için 25 yıl üst üste peş peşi sıra katliamlar gerçekleştirildi.
1890 Erzurum katliamı, 1895-96 büyük katliamı, 1902-Sason katliamı, 1909-Adana (Klikya)katliamı, 1915-Büyük Felaket. Katliamların doruk noktası, Ermeni halkının nihai ve toptan imhasıdır
Ölüm her yerde
İnsan bir kere ölür
Ama ne mutlu ona
Hayatını ulusunun
Özgürlüğüne adayana