Zorluklar ve Somut Görevlerimiz
“Proleter hareket bu ve benzeri diğer asli görevlerini yerine getirdiği oranda proleter ilkelerine sıkı sıkıya bağlı kalmayı başarır. İlkelere sıkı sıkıya bağlılık hem proleter hareketin niteliğini zayıflatan her türlü küçük burjuva anlayışa karşı mücadeleyi güçlendirir.”
26 Temmuz 2024
Türk egemen sınıf sözcülerinin demokrasi ve istikrar söylemlerinin inandırıcılığı, gün geçtikçe azalıyor. Artan işsizlik, derinleşen yoksulluk ve anti- demokratik uygulamalar, bu söylemlerin yalan olduğu gerçekliğine işaret ediyor. Bugün geniş emekçi yığınlar barınma sorunu yaşıyor; düşük ücretlere karşı ödedikleri yüksek vergilerden dolayı asgari düzeyde insanca bir yaşam sürdürmenin zorluklarıyla boğuşuyor.
Hiç kuşkusuz, kitleler pratik deneyimleriyle bu gerçeklerle yüzleşiyor. Geri düzeyde de olsa iktidara karşı toplumun farklı kesimlerinde iş yerlerinde, sokaklarda tepki giderek yükseliyor. Buna karşın egemen sınıf sözcüleri, kitlelere yeri gelince sabırlı olmayı öğütlüyor; yeri gelince ırkçı milliyetçilik propagandasıyla “devletin bekası” yalanına sığınıyor.
Elbette ki onların sözünü ettiği “beka”, bir avuç egemen sınıfın sömürü ve soygun düzeninin sorunsuz bir şekilde sürdürülmesidir. Bunun için de ırkçı-milliyetçi propagandayla işçi ve emekçilerin birliğinin parçalanmasıdır.
Yine egemenlerce başka halklara dönük yürütülen düşmanca propaganda, geniş emekçi kesimlerde ne kadar destek görürse, bir avuç egemen sınıfın sömürü ve soygun düzeni o denli güvence altına alınır. Türk egemen sınıflarının Kürt düşmanlığı, Ermeni düşmanlığı başta olmak üzere bölge halklarına dönük yürütmüş olduğu saldırgan politikaları da bu çerçevede ele alıp değerlendirmek gerekir. Faşist iktidarın başında olan R.T.Erdoğan’ın “kindar ve dindar gençlik yaratma” projesini de bu bakış açısıyla okumak gerekiyor. Bu proje, ırkçı milliyetçiliği topluma egemen kılma projesidir. “Dindar ve kindar gençlik” söylemi, siyasal İslamın hedeflerini en kaba tarzda ifade etme biçimidir.
Bu söylemlerin güncel bağlamdaki karşılığı artan faşist terördür, imha ve inkâr politikalarıdır. Sünni İslam dışındaki diğer dinlerin ve inançların baskı altına alınmasıdır. Türk devletinin desteğiyle birçok İslamcı çeteci örgütün Kürdistan coğrafyasında, Irak ve Suriye topraklarında kendilerinden olmayan herkesi yok etmesi için karşı devrim faaliyetlerine sunulan destektir. Türk devleti uzun yıllardan beri, bölgede emperyalistlerin çıkarlarına uygun olarak pozisyon almaktadır. Bu anlayış doğrultusunda yeri gelince siyasal İslam, yeri gelince ırkçı milliyetçilik silahına sarılmaktadır. Bu argümanlara bugünlerde eklenen ise “terörizme karşı mücadele” yalanıdır.
Yürütülen tüm bu yalan propagandaya karşın TC devletinin bölgeye dönük yürütmüş olduğu işgalci politikalar ne uluslararası burjuva kurumlar tarafından ne de bölge halkları tarafından kabul görmektedir. Bu halk düşmanı politikalar, emperyalistlerin ve bölgedeki gerici faşist devletlerin aralarında yürütmüş oldukları çıkar eksenli kirli ilişkilerle de son bulmayacaktır.
Bu işgallere ve faşist teröre son verecek olan, bölge halklarının birleşik mücadelesidir. Bölgedeki tüm ilerici ve devrimci güçlerin odaklanması gereken asıl nokta burasıdır. Yerküremizde emperyalist müdahalelerin, çelişki ve çatışmaların en yoğun olduğu bölgede, ezilen halkların, ulusların bu mücadelede elde edecekleri her başarı, kazanacakları her özgürlük tüm ilerici-devrimcilerin başarısı ve özgürlüğü olacaktır.
Başarının teminatı ezilen yığınların birleşik mücadelesidir
Yukarıda altını çizdiğimiz gibi egemen sınıfların sömürü ve soygun düzenlerinin ömrü, kitlelerin bilinç ve örgütlülük düzeyine, devrim ile karşı devrimci güçler arasındaki güç dengesine bağlıdır. Tabi ki burada biz bazı ana başlıklara dikkat çektik. Yoksa bir sınıfın diğer bir sınıfı iktidarda alaşağı etmesi için var olan nesnel koşulların yanı sıra sübjektif gücün yerine getirmesi gereken daha başka görevler de vardır.
Güncel bağlamda devrimci ve komünist hareketin kitlelerden kopuk olması, yalnız pratik müdahaledeki zayıflığa yol açmıyor. Buna paralel olarak devrimci saflarda da ideolojik anlamda yozlaşma-çürümelere yol açıyor. Bu demektir ki, ideolojik cephedeki bu zayıflıklar tek başına ideolojik, teorik eğitimlerle aşılmaz. Asıl olan, merkezine kitle çalışmasını koyan devrimci pratiklerdir. Devrimci kitle çalışmasında yoğunlaşmadır. Enternasyonal mücadeleyi ve dayanışma pratiklerini önemsemektir. Sözgelimi, bölgede bir bütün olarak ezilen ulusların, halkların mücadelesine karşı sorumluluk hisseden bir proleter hareket, Kürt coğrafyasında can bedeli süren mücadeleye, Filistin halkının direnişine, Ermeni halkının mücadelesine asla kayıtsız kalmaz.
Bilakis, bu haklı ve meşru mücadeleleri sahiplenerek savunmayı, bu yönlü propaganda, ajitasyon faaliyetlerinde yoğunlaşmayı güncel devrimci bir görev olarak kabul eder. Proleter hareket bu ve benzeri diğer asli görevlerini yerine getirdiği oranda proleter ilkelerine sıkı sıkıya bağlı kalmayı başarır. İlkelere sıkı sıkıya bağlılık hem proleter hareketin niteliğini zayıflatan her türlü küçük burjuva anlayışa karşı mücadeleyi güçlendirir. Hem de proleter hareketin enternasyonal cephedeki çok yönlü mücadelesine olumlu temelde katkı sunar.
Bu düşünüş ve hareket tarzıyla şekillenen bir proleter hareket, bugün ezilen yığınların içten içe biriken öfkesini görmekte, var olan genel sessizliğin geçici olduğu gerçeğini anlamakta zorlanmaz. Dolayısıyla tüm dikkatini ezilenler cephesinde biriken bu öfkenin açığa çıkarılması politikaları üzerinde yoğunlaştırır. Çünkü devrimcilerin ezilenlerin birleşik mücadelesini hedefleyen bu yönlü her adımı devrimci bir kitle hareketinin temel taşlarını örer. Buna inanmalıyız. Ve koşulların zorluğuna bakmadan somut görevlerimizde odaklanmalıyız.